SAFII MEZHEBI (IMAM-I SAFII)

Mezhebin kurucusu Imam-i Safii'dir. Hicri (150-204) de Filistin Gazze sehrinde dogdu. Imam-i Malik'den Hicaz fikhini, Ebu Hanife'nin talebesi olan Imam-i Muhammed'den Irak fikhini ögrendi. Mezhebinin en önemli özelligi, Hanefi ile Maliki fikhinin birlesiminde yeni bir anlayis getirmektir. Safii mezhebi genellikle Misir, Suriye, Irak, Horasan'da yaygindir. Ayrica Türkiye'nin Dogu ve Güney Dogu bölgelerinde de yaygindir. Imam-i SAFII Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Sâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânin büyüklerinden. Ismi, Muhammed bin Idrîs, künyesi Ebû Abdullah'tir. Eshâb-i kirâmdan olan dördüncü dedesi Sâfî'ye nisbetle Sâfiî nisbesiyle meshûr olmustur. Soyu, Kureys kabîlesinden olup hem anne hem baba tarafindan Peygamber efendimizin soyu ile birlesmektedir. Annesi tarafindan soyu Fâtima binti Abdullah el-Mahmûd bin Hasan el-Müsennâ bin Hasan bin Ali bin Ebî Tâlib'e dayanir. Babasi tarafindan ise Peygamber efendimizin üçüncü dedesi olan Abdümenâf, Sâfiî hazretlerinin dokuzuncu dedesidir. 767 (H.150) senesinde Kudüs civârinda Gazze'de dogdu. 820 (H.204) senesinde Misir'da vefât etti. Kabri Kâhire'deki Kurâfe Kabristanindadir. Sâfiî hazretleri, henüz besikte iken babasi vefât etti. Annesi onu iki yasindayken asil memleketleri olan Mekke'ye getirdi. Çocuklugu orada geçen Sâfiî, zekâ ve olgunluguyla kendini gösterdi. Alti yasinda iken mektebe gitmeye basladi. Zâhide bir annesi vardi. Insanlar emânetlerini ona birakirlardi. Yedi yasina gelince Kur'ân-i kerîmi ezberledi. Bundan sonra ilim ögrenmeye basladi. Mekke'de bulunan zamanin meshûr âlimlerinin derslerine ve sohbetlerine devâm etti. Kendisi, ilim ögrenmeye basladigi bu ilk günleri için söyle demistir: "Kur'ân-i kerîmi ezberledikten sonra devamli Mescid-i harâma gidip, fikih ve hadîs âlimlerinden pekçok istifâde ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kâgit almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve ögrendigim meseleleri, kemik parçalari üzerine yazardim." Imâm-i Sâfiî, Mekke'deki bu ilk tahsilinden sonra Arapçanin inceliklerini ve edebiyatini ögrenmek için, çölde yasayan Huzeyl kabîlesinin arasina gitti. Orada da bilgisini ilerletip, ok atmayi ögrendi. Bu hususta da söyle demistir: "Ben Mekke'den çiktim. Çölde Huzeyl kabîlesinin yasayisini ve dilini ögrendim. Bu kabîle, Araplarin dil bakimindan en fasîhi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolastim, ok atmayi ögrendim. Mekke'ye döndügüm zaman, bir çok rivâyet ve edebiyat bilgilerine sâhip olmustum." Imâm-i Safiî daha on yasinda iken, o zamanin en meshûr âlimi Imâm-iMâlik'in Muvattâ adli hadîs kitabini, dokuz gecede ezberlemistir. Gençliginin ilk yillarinda kendini tamamen ilme verip, Mekke'deki Süfyân bin Uyeyne, Müslim bin Hâlid ez-Zencî gibi fakîh ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadîs, fikih, lügat ve edebiyatta çok yükseldi.Mekkeli gençler arasinda, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulasti. Sâfiî'nin tahsil hayâtindaki en önemli safha Imâm-i Mâlik'e talebe olmasiyla baslamistir. Mekke'denMedîne'ye gidip, Imâm-i Malik'den ders almasini söyle anlatmistir: "Ilk zamanlar Mekke'de, Müslim bin Hâlid'den fikih ögrendim. O sirada Medîne'de bulunan Mâlik bin Enes'in büyüklügünü ve müslümanlarin imâmi oldugunu isittim. Kalbime geldi ki onun yanina gideyim, talebesi olayim. Sonra onun meshûr eseri olan Muvattâ'nin bir nüshasini, Mekke'de birinden tekrar geri vermek üzere alip ezberledim. Mekke vâlisine gidip, birini Medîne vâlisine birisini de Mâlik bin Enes'e vermek üzere iki mektup alip Medîne'ye gittim. Medîne'ye varinca,Medîne vâlisine gidip ona âit olan mektubu verdim ve Medîne vâlisi ile birlikte Imâm-iMâlik'in yanina gittik. Imâm-i Mâlik disari çikti. Uzun boylu ve gâyet heybetli bir görünüsü vardi. Medîne vâlisi, Mekke vâlisinin gönderdigi mektubu Imâm'a takdim etti. Mektupta; "Muhammed bin Idrîs, annesi tarafindan serefli bir kimsedir. Ve hali söyle söyledir..." diye yazili olan kismi okuyunca;"Sübhânallah! Resûlullah'in sallallahü aleyhi ve sellem ilmi söyle mi oldu ki, mektup ile yazilip, sorulup, talep olunur." dedi. Ben de durumumu ve ilim ögrenmek istedigimi anlattim. Sözlerimi dinledikten sonra bana bakti. Adin nedir, dedi.Muhammed'dir dedim. Ey Muhammed! Ileride büyük bir sânin olacak, Allahü teâlâ senin kalbine bir nur vermistir. Onu mâsiyyetle söndürme! Yarin birisi ile gel, sana Muvattâ'yi okusun buyurdu. Ben de; "Onu ezberledim, ezberden okurum" dedim. Ertesi gün Imâm-i Mâlik'e gelip okumaga basladim. Her ne zaman, Imâmi üzme korkusundan okumagi birakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde birakir, ey genç daha oku derdi. Kisa zamanda Muvattâ'yi bitirdim." Imâm-i Sâfiî, Imâm-i Mâlik'in yanina geldigi zaman, yirmi yaslarinda bulunuyordu. Imâm-i Mâlik onu himâyesine alip, dokuz yil müddetle ilim ögretti. Ilimde yüksek bir dereceye ulasan Sâfiî hazretleri, Mekke'ye dönünce, oraya gelen Yemen vâlisi, onu Yemen'e götürüp kâdilik vazifesi verdi. Bes yil kadar bu görevi yaptiktan sonra, Bagdat'a giderek, ilmini ilerletmek için, Imâm-i A'zamin talebesi Imâm-i Muhammed'den ders almaya basladi. Imâm-i Muhammed onu kendi himâyesine alip, yazmis oldugu kitaplarini okutmak sûretiyle, Irak'ta tedvîn edilen fikih ilmini ve Irak'ta meshûr olan rivâyetleri ögretti. Imâm-i Muhammed ayrica Imâm-i Sâfiî'nin annesi ile evlenerek onun üvey babasi oldu. Imâm-i Sâfiî onun ilminden ve kitablarindan çok istifâde etmistir. Safiî hazretleri bu hususta söyle demistir: "Ilimde ve diger dünyâ islerinde, Imâm-i Muhammed kadar bana kimse faydali olmamistir." Ebû Ubeyd söyle demistir: Sâfiî'den duydum, buyurdu ki: "Imâm-i Muhammed'den ögrendigim meselelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdim. Eger o olmasaydi ilim kapisinin esiginde kalmistim. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Kûfe âlimlerinin çocuklaridir. Onlar da Ebû Hanîfe'nin çocuklaridir." Yâni bir babanin çocuklari için lâzim olan nafakayi kazanip, çocuklarini beslemesi gibi, Ebû Hanîfe de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemis ve doyurmustur. Sâfiî ayrica Selim-i Râî'nin sohbetine kavusup, vilâyet (evliyâlik) makamlarina da kavustu. Imâm-i Sâfiî, Bagdat'taImâm-i Muhammed'den aldigi dersleri tamamlayip, Mekke'ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve arastirmalar yapip, ayrica talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çesitli Islâm beldelerinden gelen ilim adamlari ondan ilim ögrenirlerdi. Mekke'deki bu ikâmeti dokuz yil kadar sürdü. Sonra tekrar Bagdat'a gitti. Bu sirada Bagdat, Islâm âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, Sâfiî'ye hürmet göstermis ve ilim talebeleri onun etrafinda toplanmistir. Bagdat âlimleri dahi ondan ders almislardir. Daha önceMekke'de Sâfiî ile görüsen ve ondan hadîs dinleyen Ahmed bin Hanbel talebe olmus, onun üstünlügüne hayran kalmistir. Yine Sâfiî ile emsâl olan Ishâk bin Râheveyh ve baskalari ondan ilim tahsil etmistir. Herkes onun dersine kosuyor ve verdigi fetvâlara hayran kaliyordu. Ders ve fetvâ vermekte uyguladigi usûl, genis olarak açikladigi istinbat (kaynaklardan hüküm çikarma) usûlü olan, usûl-i fikih ilmi idi. O buna göre açiklamalarda bulunuyordu. Güzel ve açik konusmasi, ifâde ve izah tarzi, münâzara kuvveti ve tesir bakimindan çok güçlüydü. Safiî hazretleri Bagdat'ta bulundugu sirada El-Kitâb-ül-Bagdâdiyye adini verdigi eserini yazdi. Sâfiî'nin üstün sahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlik duyarak, ondan ders alip ilim ögrenen talebelerinden bir kismi sunlardir: Ahmed bin Hanbel, Ishâk bin Râheveyh, ez-Za'ferânî, Ebû Sevr Ibrâhim bin Hâlid, Ebû Ibrâhim Müzenî, Rebî' bin Süleymân-i Murâdî. Daha sonraki asirlarda, Sâfiî mezhebinde yetismis âlimlerden meshûr olanlardan bâzilari da sunlardir: Hadîs âlimlerinden Imâm-i Nesâî, kelâm (akâid) âlimlerinden Ebü'l-Hasan-i Es'arî, Imâm-i Mâverdî, Imâm-i Nevevî, Imâm-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, Imâm-i Gazâlî, Ibn-i Hâcer-i Mekkî, Kaffâl-i Kebîr, Ibn-i Subkî, Imâm-i Suyûtî vb. Sâfiî hazretleri ilim, zühd, mârifet, zekâ, hâfiza ve neseb bakimlarindan zamânindaki âlimlerin en üstünü idi. On üç yasinda iken, Harem-i serîfde; "Bana istediginizi sorunuz?" derdi. On bes yasinda iken fetvâ verirdi. Zamâninin en büyük âlimi olan ve üç yüz bin hadîs-i serîfi ezbere bilen Imâm-i Ahmed bin Hanbel, ondan ders almaga gelirdi. Çok kimse, Imâm-i Ahmed'e; "Böyle büyük bir âlim iken, kendi çocugun gibi bir genç karsisinda nasil oturuyorsun?" dediklerinde; "Bizim ezberlediklerimizin mânâlarini o biliyor. Eger onu görmeseydim, ilmin kapisinda kalacaktim. O, dünyâyi aydinlatan bir günestir, ruhlara gidâdir." derdi. Bir kere de; "Fikih kapisi kapanmisti. Allahü teâlâ, bu kapiyi, kullarina Imâm-i Safiî ile tekrar açti." dedi. Bir kerre de; "Islâmiyete, simdi Sâfiî'den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum." dedi. Imâm-i Ahmed, yine buyurdu ki: "Allahü teâlâ her yüzyilda bir âlim yaratir, benim dînimi, herkese onun ile ögretir." hadîs-i serîfinde bildirilen âlim, Imâm-i Sâfiî'dir. Hadîs-i serîfte; "Kureys'e sövmeyiniz. Zîrâ Kureysli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur." buyuruldu. Islâm âlimleri bu hadîs-i serîf, Imâm-i Sâfiî'nin gelecegini bildirmistir, demislerdir. Ahmed bin Hanbel'in oglu Abdullah, babasinin Imâm-i Sâfiî'ye çok duâ ettigini görerek sebebini sorunca; "Oglum, Imâm-i Sâfiî'nin insanlar arasindaki yeri, gökteki günes gibidir. O, ruhlarin sifâsidir." demistir. Süfyân-i Sevrî söyle demistir: "Imâm-i Sâfiî'nin akli, zamanindaki insanlarin yarisinin akillari toplamindan fazladir." Abdullah-i Ensârî buyurdu ki: "Imâm-i Sâfiî'yi çok severim. Çünkü evliyâlikta hangi makâma baksam, onu herkesin önünde görüyorum." Az yer, az uyurdu. "On alti senedir, doyasiya yemek yemedim." buyurdu. Sebebi sorulunca "Çok yemek bedene agirlik verir, kalbi zayiflatir, anlayisi, idrâki azaltir, çok uyku getirir ve böylece insani ibâdetten alikor. Kullugun basi az yemektir." buyurmustu. Sâfiî hazretleri hikmetli sözleri ve gönül alici nasîhatleriyle insanlarin kurtuluslarina vesîle oldu. Biri Imâm-i Sâfiî'den nasîhat isteyince buyurdu ki: "Senden daha çok mali ve parasi olan kimseyi kiskanma. O malina ve parasina hasretle ölür. Ibâdeti ve tâati çok olan kimselere gipta et. Yasayanlar da sonunda ölecekleri için, onlarin dünyâliklarina özenmeye degmez." Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düsmani olmasin. Mâdem ki böyledir, o halde Allahü teâlâya itâat edenlerle berâber bulun, onlari sev. Ilim, ezber edilen sey degil, ezber edilen seyden temin edilen faydadir. Resûlullah'in ve Eshâbinin yolunda olmayani havada uçar görsem, yine dogrulugunu kabûl etmem. Herkese akilli denmez. Akilli kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandir. Dünyâda zâhit ol, dünyâ malina baglanma! Âhireti isteyici ol, onun için çalis! Her isinde Allahü teâlâyi hatirla. Böyle yaparsan, kurtulmuslardan olursun. Ruhsat ve teviller ile ugrasan âlimlerden fayda gelmez." Kendisini sevenlerden bir cemâate söyle buyurdu: "Kalbine ilâhî bir nûr penceresinin açilmasini isteyen su dört seyi yapsin: 1) Günün belli bir vaktinde yalniz kalsin ve huzûra dalsin. 2) Mîdesini pek fazla doldurmasin. 3) Sefih kimselerle düsüp kalkmagi biraksin, kötü kimselerle düsüp kalkmasin. 4) Ilimleriyle yalniz dünyâlik arzu eden kimselere yaklasmasin." "Hiç bir vakit yoktur ki, ilim mütâlaasi, hüzün ve kederi yok etmesin. Ilmî mütâlaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarini harekete geçirir, insanda yüce duygular uyandirir." "Sâdik dost, arkadasinin hüzün ve sevinçte ortagi olandir." "Iki kisinin, darildiktan sonra birbirinin ayiplarini ortaya çikarmasi, münâfiklik alâmetidir." "Haksiz sözleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yüzlüdür." "Sâdik dost, arkadasinin ayiplarini görünce ihtar eder, ifsâ etmez." "Ibret almak istersen, hatâ sâhibi kisilerin âkibetlerine bak da kalbini topla." "Kendisine faydasi olmayanin, baskasina da faydasi yoktur." "Dünyâ sevgisi ileAllah sevgisini bir arada toplarim iddiâsinda bulunmak, yalandir." "Âlimlerin güzelligi, nefslerini islah etmeleridir. Ilmin süsü, süpheli seylerden sakinmak, yumusak olup, sertlik göstermemektir." Insanlari tamamen râzi ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin, bütün insanlari kendinden hosnut etmesi mümkün degildir. Bunun için kul, dâimâ Rabbini râzi etmeye bakmali, ihlâs sâhibi olmalidir. Ilmi, kibirlenmek, kendini büyük görmek için isteyenlerden hiçbiri felâh bulmus degildir. Ama ilmi tevâzu için, âlimlere ve insanlara hizmet için isteyen, elbette felâh bulur, kurtulur." Imâm-i Sâfiî hazretlerinin rivâyet ettigi hadîs-i serîfler, Sahîh-i Müslim'de, Sünen-i Ebî Dâvûd, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Nesâî, Sünen-i Ibn-i Mâce ve Sahîh-i Buhârî'nin ta'likâtinda yer almistir. Kendisinden hadîs-i serîf isitip rivâyet ettigi zâtlar; Müslim bin Hâlid ez-Zencir, Mâlik bin Esed, Ibrâhim bin Sa'd, Saîd bin Sâlim, Abdülvehhâb es-Sakafî, Ibn-i Aliyye, Ibn-i Uyeyne ve diger hadîs âlimleridir. Imâm-i Sâfiî'den de Ahmed bin Hanbel, Süleymân bin Dâvûd el-Hâsimî, Ebû Bekir Abdullah bin Zübeyr el-Hâmidî, Ibrâhim bin Münzir, Ebû Sevr Ibrâhim bin Hâlid, Ebû Yâkûb Yûsuf bin Yahyâ ve diger birçok zât hadîs-i serîf rivâyet etmislerdir. Imâm-i Sâfiî'nin rivâyet ettigi hadîs-i serîflerden biri sudur: "Kendisine yumusaklik verilen kimseye, dünyâ ve âhiret iyilikleri verilmistir. Yumusakliktan mahrûm olan kimse, dünyâ ve âhiret iyiliklerinden mahrûm olur." Imâm-i Sâfiî hazretleri ikinci defâ Bagdat'a gidisinden sonra, Bagdat'taki siyâsî ve fikrî kargasaliklar sebebiyle Misir'a gidip, ömrünün sonuna kadar orada kalmistir. Imâm-i Safiî, Imâm-i Mâlik'in ve Imâm-i A'zamin talebesi Imâm-i Muhammed'in derslerine devam ederek, Imâm-i A'zamin ve Imâm-i Mâlik'in ictihad yollarini ögrenip, bu iki yolu birlestirdi ve ayri bir ictihad yolu kurdu. Kendisi çok belig, edîb oldugundan, âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i serîflerin ifâde tarzina bakip, kuvvetli buldugu tarafa göre hüküm verirdi. Iki tarafta da kendi usûlüne göre kuvvet bulamazsa, o zaman kiyas yolu ile ictihad ederdi. Böylece müslümanlarin ibâdetlerinde ve islerinde uyacaklari bir yol göstermistir. Onun kendi usûlüne göre ser'î delillerden çikardigi hükümlere, yâni gösterdigi bu yola "Sâfiî Mezhebi" denildi. Ehl-i sünnet îtikâdinda olan müslümanlardan, amellerini yâni ibâdet ve islerini, bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara "Sâfiî" denir. Sâfiî mezhebinin reisi olan Imâm-i Sâfiî, usûl-i fikih ilmindeki meseleleri ilk defâ tasnif edip, kitaba yazan kimsedir. Bu ilimdeki eserinin adi Er-Risâle fil- Usûl'dür. Sâfiî mezhebi, Hanefî mezhebinden sonra en çok yayilan bir mezhebdir. Misir, Mekke, Medîne'de, Endonezya'da, Aden'de, Filistin'de, Âzerbaycan'da ve Semerkant'ta, Dogu ve Güneydogu Anadolu'da ve diger yerlerde yayilmistir. Imâm-i Sâfiî'nin simâsi, gâyet güzel ve sevimli idi. Üstün bir zekâya ve kâbiliyete sâhipti. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine son derece riâyet ederdi. Ilmi, tevâzusu, heybet ve vekari ile kalblere tesir ederdi. Kur'ân-i kerîm okurken dinleyenler kendinden geçerdi. Orta halli giyinirdi. Heybetli bir görünüsü vardi. O bakarken, yanindakiler su dahi içemezlerdi. Yüzügünde, (el-bereketü fîl-kanâ'ati= Bereket, kanâat etmektedir) yazili idi. Bir kere ders verirken, ders esnasinda on defâ ayaga kalkti. Sebebini sorduklarinda, buyurdu ki: "Seyyidlerden bir çocuk, kapinin önünde oynuyor. Kapinin önüne gelip, kendisini gördügüm zaman, ona hürmeten ayaga kalkiyorum. Resûlullah'in torunu ayakta dururken oturmak revâ degildir." Talebelerinden biri anlatir: Bir bayram günü Imâm-i Sâfiî hazretleri ile berâber mescidden çiktik. Bir mesele hakkinda sohbet ediyorlardi. Evlerinin kapisina gelince, bir hizmetçi kendisine bir kese altin getirip, efendisinin selâmi oldugunu ve bunu kabûl buyurmasini ricâ etti. Imâm-i Sâfiî hazretleri keseyi kabûl etti. Biraz sonra biri gelip, "Hanimim bir çocuk dogurdu. Yanimda hiç param yok. Sizden Allah rizâsi için biraz para istiyorum." dedi. Imâm-i Safiî hazretleri keseyi hiç açmadan, oldugu gibi o sahsa verdi. Halbuki biliyordum ki, kendisinin de hiç parasi yoktu. Imâm-i Sâfiî hazretleri Yemen'e bir sefer yapmisti. Dönüsünde on bin dirhemle gelip, çadirini Mekke'nin disina kurdurarak, ziyâretçilerini orada kabûl etti. Halk topluluklar hâlinde Imâm-i Sâfiî'ye gelerek müskillerini hallediyordu. Ziyâretçiler arasinda bulunan fakirlere de para dagitiyordu. Böylece, Yemen'den getirdigi on bin dirhemin hepsini fakirlere dagitti ve ondan sonra da; "Oh simdi rahatladim" buyurdu. Misir'in ileri gelenlerinden birinin hanimi, bir münâkasada kocasina; "Ey Cehennemlik!" dedi.Bu cevap karsisinda bu sahis, hanimina; "Ben Cehennemliksem, seni bosadim." dedi, fakat hanimini da çok seviyordu. Âlimleri toplayip bu meseleyi sordu. Kimse cevap veremedi. "Senin Cehennemlik olup olmadigini Allah bilir." dediler. Âlimler arasindan henüz daha genç yasta olan Imâm-i Sâfiî kalkip; "Ben senin meseleni çözerim." dedi. Oradakiler sasirdilar. Bu kadar âlimin cevap veremedigine, nasil cevap verecek diye merak ettiler. Imâm-i Sâfiî dedi ki: "Önce sen benim sorularima cevap ver!" Ve devâm etti: "Bir günah isleyecegin vakit, Allah korkusundan bu günahi terk ettigin oldu mu?" dedi. "Allahü teâlâya yemîn ederim ki çok oldu." "Bu hâlinle Cennetlik oldugun anlasilmaktadir." buyurdu. Orada bulunan âlimler, hangi delîl ile bu hükmü verdigini sordular: "Kur'ân-i kerîmde; "Bir kimse Allah korkusundan nefsini günahlardan men ederse, onun yeri elbette Cennet'tir." buyurulmaktadir. Hükmümü bu âyet-i kerîmeye göre verdim." buyurdu. Oradakiler susup kaldilar. Talebeleriyle ve sevenleriyle olan çesitli sohbetleri sirasinda buyurdu ki: Dünyâ islerinde bir darliga ve sikintiya düsen kimse, ibâdete yönelmelidir. Gururlanip böbürlenmek, âdi ve bayagi kimselerin vasfidir. Hizmet edene, hizmet edilir. Dostlar ile yapilan sohbetten sevimli bir hareket yoktur. Dostlarin ayriligi kadar da gam ve keder veren sey yoktur. Ilmi sevmeyende hayir yoktur. Böyle kimselerle dostluk ve bagliligini kes. Çünkü, ilim kalblerin hayâti, gözlerin aydinligidir. Sâdik dost ve hâlis kimyâ Az bulunur, hiç arama! Bütün düsmanliklarin asli, kötü kimseler ile dostluk etmek ve onlara iyilik yapmaktir. Ilim ögrenmek, nâfile ibâdetten üstündür. Kendini bilmeyene ilim ögreten, ilmin hakkini zâyi etmis olur. Lâyik olandan ilmi esirgeyen de, zulmetmis olur. Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem sonra insanlarin en üstünü hazret-i Ebû Bekir, sonra hazret-i Ömer, sonra hazret-i Osman, sonra hazret-i Ali'dir. (r.anhüm)" Ilim ögrenmek için üç sart vardir: Hocanin mehâretli, talebenin zekî olmasi ve uzun zaman. Ilim iki kisimdir; birincisi ilm-i edyân (naklî ilimler), din bilgileri. Ikincisi ilm-i ebdân (aklî ilimler), fen bilgileridir. Kimin düsüncesi, arzusu, maksadi yemek içmek (dünyâ) ise; kiymeti, barsaklarindan çikardigi kazûrat kadardir. Dünyâda en huzursuz kimse, kalbinde hased ve kin tasiyanlardir.Baskalarini senin yaninda çekistiren, senin bulunmadigin yerde de seni çekistirir.Kanâatkâr olmak, rahatliga kavusturur.Sirrini saklamasini bilen, isinin hâkimidir.Imâm-i Sâfiî söyle anlatmistir: Bir gece rüyâmda Peygamber efendimizi görmekle sereflendim. Bana buyurdu ki; "Sen kimdensin?" Cevâbimda, "Ben senin kabîlendenim." dedim. Bana yaklas buyurdular. Yanina gittim. Mübârek agzinin suyunu dilime, agzima ve dudaklarima sürüp; "Hadi, Allahü teâlâ sana bereket versin." buyurdular. Kendisi anlatir: Çocukluk zamaninda,Mekke'de rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Tam bir heybetle Mescid-i harâmda insanlara imâmlik yapiyorlardi. Namaz bitince yanlarina gidip, bana da ilim ögretiniz, dedim. Bunun üzerine kaftaninin altindan bir terâzi çikarip: Bu senin içindir, buyurup bana hediye ettiler. Bu rüyâmi tâbir ettirdim. Dediler ki: "Sen, ilimde imâm olursun ve sünnet üzere olursun. Terâzi ise, hakîkat-i Muhammediyyeye kavusacagina alâmettir.""Birgünrüyâmda,hazret- iAliefendimizigördüm.Parmagindanyüzügünüçikardi,parmagima takti. Bu hareketi, kendi ilminin ve Resûlullah'in ilminin bana geçmesi alâmeti idi." Imâm-i Sâfiî hazretleri, dîn-i Islâma hizmet ugrunda tükettigi hayâtinin son anlarini, Kur'ân-i kerîmi dinleyerek geçirmistir. Ömrünün sonuna kadar her gün bir hatim olmak üzere, ayda otuz hatim okurdu. Ramazân-i serîfte ise gece ve gündüz birer hatim olmak üzere, altmis hatim okurdu. 820 (H.204) senesinde Misir'da bir Cumâ gecesi vefâtinin yaklastigi sirada tâkatsiz düsmüstü. Önceki gibi okuyacak durumda degildi. Fakat okuyan birinden dinlemek arzu ediyordu. O bu hâlde iken, talebesi Ebû Mûsâ Yûnus bin Abdüla'lâ yanina girmisti. Ona; "Ey Ebû Mûsâ bana Kur'ân-i kerîmden Âl-i Imrân sûresinin yüz yirminci âyet-i kerîmesinden sonraki âyetleri yavas yavas oku!" dedi. O da okumaya basladi. Imâm-i Sâfiî, okunan âyet-i kerîmelerin mânâlarina dalmis, derin bir husû içinde dinliyordu. Son nefeslerini vermek üzere iken, hâlini sordular. "Dünyâdan göçüyorum. Artik ondan ayriliyorum. Ümit serbetini içiyorum. Kerîm olan Rabbime gidiyorum." buyurdu. Vefâti Islâm âlemi için büyük bir kayip oldu. Duyuldugu her yerde, derin üzüntü ve gözyaslari ile karsilandi. Kabri kazilirken etrafa misk kokusu yayildi. Orada bulunanlar bu kokunun tesirinde kalip, kendilerinden geçtiler. Kahire'de el-Mukattam Daginin eteginde Kurâfe Kabristanina defnedildi. Daha sonra kabri üzerine bir türbe yapilmistir. Türbesi üzerindeki simdiki muhtesem kubbe, Eyyûbî sultanlarindan el-Melik el-Kâim tarafindan; 1211 yilinda yapilmistir. Selahaddîn Eyyûbî tarafindan da, türbesinin yanina büyük bir medrese yaptirilmistir.Sâfiî hazretlerinin yazmis oldugu kiymetli eserler sunlardir: 1) Ahkâm'ül-Kur'ân. Matbûdur. 2) Ihtilâf-ül-Hadîs, 3) Müsned-üs-Sâfiî. Matbûdur. 4) Risâle fi'l-Usûl: Usûl-i fikha dâirdir. Usûl-i fikhin kitap hâlinde yazildigi ilk eserdir. Matbûdur. 5) El-Mevâris, 6) El-Ümm: Fikih ilmine dâir olup, Imâm-i Sâfiî'nin ictihad ederek bildirdigi meseleleri içine alan bir eserdir. Yedi cild hâlinde basilmistir. 7) Kitâb'üs-Sünen ve'l-Müsned: Hadîs ilmine dâirdir. 8) El-Emâli El-Kübrâ, 9)El-Imlâ'es-Sagîr, 10) Edeb'ül-Kâdî, 11) Fedâil-i Kureys, 12) El-Esribe, 13) Es-Sebkû ve'r-Remyü, 14) Isbât-ün-Nübüvve ve Redd-i ale'l-Berâhime, 15) Dîvân. GIT ARKADASINI GETIR Bir gün Imâm-i Sâfiî hazretlerinin annesine iki kisi gelip, bir bohça verdiler. Daha sonra biri gelip bohçayi istedi. Gelene bohçayi verdi. Biraz sonra digeri gelip, bohçayi istedi. Bohçanin arkadasina verildigini söyleyince; "Biz ikimiz beraber gelmeyince bohçayi vermeyin demistik. Bohçayi niçin verdiniz?" dedi.Annesi üzüldü. Bu sirada Imâm-i Sâfiî geldi. Annesinin üzüntülü oldugunu görünce sebebini sordu. Annesi olanlari anlatti. Bunun üzerine annesine;"Sen üzülme, ben simdi bohçayi isteyenle konusurum." dedi. Bohçayi isteyen sahsin yanina gelip dedi ki: "Sizin bohçaniz oldugu yerde durmaktadir. Git arkadasini getir." Adam aldigi cevap karsisinda sasirip, geri dönüp gitti. Bir daha da gelmedi. IYI KI BURAYA GELMEDI! Hârun Resîd, her sene Bizans Imparatorundan vergi olarak çok para ve mal alirdi. Bir sene imparator, âlimlerle münazara etmek için ruhbanlar gönderdi; "Eger bizi yenerlerse onlara vergilerimizi vermeye devam edecegiz. Yok biz yenersek vermeyiz." dedi.Dört yüz hiristiyan geldi.Halîfe, bütün âlimlerin Dicle kenarinda toplanmasini emretti. Imâm-i Sâfiî'yi çagirarak, hiristiyan ruhbanlara sen cevap ver! dedi. Herkes Dicle kenarinda toplandi. Imâm-i Sâfiî seccâdeyi omuzuna alip nehre dogru gitti. Seccâdeyi nehre atip üzerine oturdu ve; "Benimle münâkasa etmek isteyenler buraya gelsin." dedi.Bu hâli gören ruhbanlarin hepsi müslüman oldu. Bizans Imparatoru, adamlarinin Imâm-i Sâfiî'nin elinde müslüman oldugunu ögrenince; "Iyi ki, o buraya gelmedi. Yoksa buradakilerin hepsi müslüman olurdu, kendi dinlerini birakirlardi." dedi. ABDESTI TAM ALMAK Abdullah bin Muhammed Bekrî söyle anlatmistir: "Imâm-i Sâfiî ile Bagdat'ta nehir kenarinda oturuyorduk. Bir genç gelip abdest almaya basladi. Fakat abdesti yanlis aldi. Imâm-i Sâfiî o gence; "Abdesti tam al. Allahü teâlâ sana dünyâ ve âhiret saâdeti versin." buyurdu. Genç tekrar abdest alip, yanimiza geldi ve bana nasîhat et, ögret deyince, Imâm-i Sâfiî söyle buyurdu: "Allahü teâlâyi bilen, necât (kurtulus) bulur. Dîninde titizlik gösteren, kötülüklerden kurtulur. Nefsini islah eden, saâdete kavusur. Biraz daha ister misin?" dedi. Genç evet deyince, söyle devâm etti: "Kim su üç seyi yaparsa îmâni kâmil olur: 1) Emr-i bil-mârûf yapmak, yâni Allahü teâlânin emirlerini yapmak ve yaymak. 2) Nehy-i anil-münker yapmak, yâni Allahü teâlânin yasaklarini yapmamak ve yapilmamasi için ugrasmak. 3) Her isinde Allahü teâlânin dinde bildirdigi hudutlar içinde bulunmak." buyurdu. Sonra, "Biraz daha ister misin?" deyince, genç; "Ihsân ediniz efendim." dedi. Söyle buyurdu: "Dünyâya baglanip, ona düskün olma, âhireti iste. Bütün hâl ve hareketinde Allahü teâlâyi hatirla ki, kurtulanlardan olasin." Bu nasîhatleri dinleyen genç, son derece memnun olup, benim yanima yaklasarak, bu zât kimdir, dedi. Ben de Imâm-i Sâfiî oldugunu söyleyip tanittim. Bunun üzerine genç; bugün ne bahtiyârim ki, böyle büyük zâti görüp, nasîhatini dinledim." dedi."Kaynak : Evliyalar Ansiklopedisi .