MALIKI
MEZHEBI (IMAM-I MALIK)
Mezhebin
kurucusu Imam-i Malik'tir. Hicri (93-179) da Medine'de dogdu. Mezhebin en
önemli özelligi Peygamber terbiyesinde yetismis ve ilim merkezi
durumunda olan Medine halkinin uygulamasina çok önem vermesidir. Ona göre
Medine'lilerin ameli mütevatir sünnet (en güçlü amel) hükmündedir.
Mezheb genellikle Misir ve Kuzey Afrika'da yaygindir. Imam-i Malik, ehl-i
hadis veya Ehl-i Hicaz fikhinin temsilcisidir. Imam-i MALIK Ehl-i sünnetin
amelde dört hak mezhebinden biri olan Mâlikî Mezhebinin kurucusu.
Sekizinci yüzyilda Medîne-i münevverede yasayan âlim ve velîlerden.
Ismi, Mâlik bin Enes, künyesi Ebû Abdullah'tir. Soyu, Yemen'deki Benî
Esbâh kabîlesine ve Himyerîlerden bir hükümdâr hânedânina
dayanmaktadir. Eshâb-i kirâmdan ve Medîne-i münevvereye yerlesen Ebû
Âmir radiyallahü anh onun dedelerindendir. 708 (H.90) senesinde Medîne-i
münevverede dogdu. Dogum târihiyle ilgili baska rivâyetler de vardir.
795 (H.179) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti. Tebe-i tâbiînden
olan Mâlik bin Enes, ilimle ve hadîs-i serîf rivâyetiyle mesgûl olan
bir âilede ve çevrede yetisti.Dedesi Mâlik, babasi Enes, amcasi Süheyl
hadîs-i serîf rivâyet etmislerdir. Sevgili Peygamberimizin yasadigi ve
Islâm dîninin hükümlerinin vâz edildigi zamânin en önemli ilim
merkezlerinden olan Medîne-i münevverede hayat sürdü. Böyle bir çevrede
dünyâya gelen Mâlik binEnes, küçük yasta Kur'ân-i kerîmi
ezberledi. Kendi istegi ve bilhassa annesinin tesvikiyle ilim ögrenmeye
basladi. Annesi en güzel elbiselerini giydirerek, sarigini sarip;
"Simdi git, oku yaz." dedi. Oglunu zamânin en meshûr âlimi Râbiat-ür-Rey'in
huzûruna götürdü.Râbia bin Abdurrahmân'in derslerine devâm eden Mâlik
bin Enes genç yasta fikih ilmini ögrendi.SonraAbdurrahmân bin Hürmüz'ün
derslerine devâm edip, ondan çok istifâde etti. Büyük bir hayranlik
ve muhabbet duydugu hocasi hakkinda; "Ibn-i Hürmüz'ün derslerine
on üç sene devâm ettim. Ondan nice ilimler ögrendim. Bunlarin bir
kismini hiç kimseye söylemiyorum. O, bid'at ehlini red bakimindan ve
insanlarin ihtilâf ettikleri seyler husûsunda onlarin en
bilgilisiydi." derdi. Ilim ögrenmek husûsunda her fedâkârliga
katlanan Mâlik bin Enes, tahsil ugruna evini dahi satmistir. Kendisi söyle
demistir: "Ögle vakti hazret-i Ömer'in oglu Abdullah'in âzâtlisi
olan Nâfi'ye gider ve kapisinda beklerdim. Nâfi, hazret-i Ömer'den
nakledilen ilimleri ve onun oglu Abdullah'in ilmini biliyordu. Günesten
ve siddetli sicaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdim. Nâfi',
disari çikinca edeple selâm verirdim ve onu kirmadan arkasindan içeri
girip; "Abdullah bin Ömer su meselelerde ne buyurmustur?" diye
sorardim. O da suâllerimi cevaplandirirdi." Nâfî'den baska Tâbiînden
olan Ibn-i Sihâb ez-Zührî ve Saîd bin el-Müseyyib'den de ilim ögrendi.
Kendisi söyle anlatti: "Bir bayram günüydü. Bayram namazini
kildiktan sonra, bugün Ibn-i Sihâb'in bos vakti olur diyerek evine gidip
kapisinin önüne oturdum. Hizmetçisine kapida kim var bak dedigini
duydum. O da kumral yüzlü talebeniz var deyince, onu derhal içeri al
demesi üzerine beni içeri aldilar. Biraz bekledim, Ibn-i Sihâb yanima
gelip bana; "Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin
degil mi?" dedi. Daha ben hayir demeden yemek hazirlanmasini
emredince; "Yemege, ihtiyâcim yok." diye mukâbelede bulundum.
Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalim ne istiyorsun, dedi. Bana hadîs-i
serîf ögretmenizi istiyorum efendim, deyince, kalem defter çikar dedi.
Sonra kirk tâne hadîs-i serif rivâyet etti. Biraz daha rivâyet
etmesini isteyince, simdilik bu kadar yeter, bunlari ezberleyip
nakledersen sen de muhaddis olursun." dedi. Imâm-i Mâlik, Ehl-i
beytten Câfer-i Sâdik hazretlerinden de ilim almis, onun sohbetinde
bulunmustur. Bu hususta kendisi söyle anlatir: "Câfer bin
Muhammed'e giderdim. O çok yumusak huylu ve güler yüzlü idi.
YanindaResûlullah sallallahü aleyhi ve sellem anilinca yüzü sararirdi.
Meclisine uzun zaman devâm ettim. Her görüsümde ya namaz kilar ya oruçlu
olur veya Kur'ân-i kerîm okurdu. Abdestsiz hadîs-i serîf rivâyet
etmezdi. Mânâsiz sözleri hiç agzina almazdi. Haram ve süphelilerden
sakinan, dünyâya düskün olmayan, çok ibâdet eden âlimlerdendi.
Yanina geldigim zaman yaslandigi yastigini alir, mutlaka bana ikrâm
ederdi." Mâlik bin Enes, bir gün hocasi Ebü'z-Zinâd'a hadîs rivâyet
ederken rastlamis ve halkasina katilmamistir. Daha sonra hocasi bizim
halkamiza niçin oturmadin? diye sorunca da; "Yer dardi, oturamadim.
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hadîsini ayakta dinlemek,
edepsizlik olur diye ayakta dinlemek istemedim." cevâbini verdi. Imâm-i
Mâlik, ilmini; Imâm-iZührî'den, Yahyâ binSaîd'den, Muhammed ibni Münkedir'den,
Hisâm bin Amr'dan, Zeyd ibni Eslem'den, Râbi'a bin Abdurrahmân ve daha
birçok büyük âlimden almistir. Üç yüzü Tâbiînden, alti yüzü de
onlarin talebelerinden olmak üzere dokuz yüz hocadan hadîs-i serîf
aldi. AyricaEshâb-i kirâmin büyüklerinden hazret-i Ömer'in, Osman'in,
Abdullah bin Ömer'in, Abdurrahmân bin Avf'in, Zeyd bin Sâbit'in fetvâlarini
ve vahyin gelisine sâhid olan, Peygamber efendimizi görüp onun hidâyet
nûrundan aydinlanarak, O'ndan ögrendiklerini nakleden diger Eshâbin
fetvâlarini ve kendisinin yetisemedigi Tâbiîn fetvâlarini da ögrenmistir.
Akâide dâir bilgileri ve diger bütün ilimleri ögrenip, zamâninin en
büyük âlimlerinden olup; ictihâd derecesine yükselmistir. Ilimdeki yüksek
derecesi sebebiyle zamanindaki ve kendinden sonraki âlimler, Peygamber
efendimizin; "Öyle bir zaman gelir ki, insanlar her tarafi ararlar,
Medîne'deki âlimden daha âlim bir kimse bulamazlar." hadîs-i serîfindeki
zâtin Mâlik bin Enes oldugunu bildirdiler. Mâlik bin Enes rahmetullahi
aleyh tahsilini tamamlayip ilimde yüksek dereceye ulastiktan sonra ders
verip, hadîs rivâyet etmeye ve fetvâ vermeye baslamistir. Bu ise
baslamadan önce de zamaninda bulunan büyük âlimlerle ve fazîletli
kimselerle istisâre yapip, onlarin da muvâfakatini aldi. Bu hususta
kendisi söyle demistir: "Her isteyen kimse hadîs rivâyet etmek ve
fetvâ vermek için mescide oturamaz. Ilim erbâbi ve mescidde itibari
olan kisilerle istisâre etmesi gerekir. Eger onlar, kendisini bu ise ehil
görürlerse o zaman oturup ders ve fetvâ verebilir. Ben, ilim sâhiplerinden
yetmis kisi, benim bu ise ehil olduguma sâhitlik etmedikçe, mescide
oturup ders ve fetvâ vermedim." Kendisinin ehil olduguna dâir
yetmis âlimin sahâdetinden sonra ilk önce Peygamber efendimizin
mescidinde ders vermege basladi. Hazret-i Ömer'in oturdugu yere oturur ve
Abdullah bin Mes'ûd'un oturdugu evde otururdu. Böylece onlarin yasadigi
yerde ve çevrede bulunurdu. Imâm-i Mâlik de Imâm-i Âzam gibi
derslerini mescidde verirdi. El-Vâkidî der ki: "Imâm-i Mâlik
mescide gelir, bes vakit namazda ve cenâze namazlarinda bulunurdu.
Hastalari ziyâret eder, gerekli islerini görür, sonra mescide gidip
otururdu. Bu sirada talebeleri etrafina toplanip ders alirlardi. Sonra
rahatsizligi sebebiyle evinde ders vermeye basladi." Imâm-i Mâlik'in
hadîs-i serîf dersleri ve vukû bulmus meselelerle ilgili dersleri yâni
fetvâ isleri olmak üzere iki türlü ders meclisi vardi. Günlerinin bir
kismini hadîs-i serîf ögretmeye, bir kismini da sorulan meselelere fetvâ
vermek için ayirirdi. Derslerini evinde vermeye basladiktan sonra evinde
ders için gelenlere sordururdu, eger fetvâ için gelmislerse disari çikip
fetvâ verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini giyer, sarigini
sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazirlanirdi.
Bundan sonra gâyet güzel bir kiyâfetle hos kokular sürünmüs olarak,
husû içerisinde derse gelenlerin yanina çikardi.Hadîs-i serîf dersi
bitinceye kadar öd agaci yakilir, güzel bir koku yayilirdi. Hac mevsimi
hariç, diger zamanda, Medînelilerden isteyen herkes onun dersine
gelirdi. Dersleri tamamen evinde vermeye baslayinca, hac mevsiminde
dersini dinlemek isteyen o kadar çok olurdu ki, gelenleri evi almazdi.
Bunun için önce Medînelileri kabûl eder, bunlara hadîs rivâyeti ve
fetvâ verme isi bitince, sirasiyla digerlerini içeri alirdi. Hasan bin
Rebî' der ki: "Bir defâsinda Imâm-i Mâlik'in kapisinda idim, onun
çagiricisi önce Hicazlilar içeri girsinler diye çagirdi. Onlar çikinca
Samlilar girsin diye çagirdi. Daha sonra Iraklilar girsin diye çagirdi.
Yanina giren en son ben olurdum. Ebû Hanîfe'nin oglu Hammâd da aramizda
idi." Imâm-i Mâlik derslerinde vakar ve ciddiyet sâhibi olup, lüzumsuz
sözlerden tamamen uzak kalirdi. Bu hususu, ilim tahsîl edenler için de
sart kosardi. Bir talebesi söyle dedigini nakleder: "Ilim tahsil
edenlere vakarli ciddî olmak ve geçmislerin yolundan gitmek gerekir.
Ilim sâhiplerinin, bilhassa ilmî müzâkereler sirasinda kendilerini mizâhtan
uzak tutmalari gerekir. Gülmemek ve sâdece tebessüm etmek, âlimin
uymasi gereken âdâbdandir." Yine bir talebesi söyle der: "Imâm-i
Mâlik, bizimle oturdugu zaman sanki bizden biri gibi davranirdi.
Konusmalarimiza çok sade bir sekilde katilirdi. Hadîs-i serîf okumaya
ve anlatmaya baslayinca, onun sözleri bize heybet verirdi, sanki o, bizi,
biz de onu tanimiyorduk." Tefsîr, hadîs ve fikih ilminde ictihât
derecesinde âlim olan Mâlik bin Enes hazretleri elli sene müddetle ders
ve fetvâ vermek sûretiyle, insanlarin müsküllerini çözmüs ve
kiymetli talebeler yetistirmistir. Onun talebelerinin her biri
memleketlerinin mürâcaat edilen âlimleri ve rehberi olmuslardir. Tefsîr
ilmine dâir Garîbü'l-Kur'ân adli eseriyle hadîs ilmine dâir Muvattâ
adli eseri onun bu ilimlerdeki derecesini göstermektedir. Mâlik bin Enes
hazretlerinin rivâyet ettigi hadîs-i serîflerden pekçogu Kütüb-i
Sitte adi verilen meshûr alti sahîh hadîs kitabinda yer almistir. Emevî
Devletinin parlak ve çöküs devrinde, Abbâsî Devletinin kurulup
gelistigi ve hâkimiyeti elde ettigi bir devirde yasayan Imâm-i Mâlik,
çok hâdiselere sâhid olmus, bozuk firkalara karsi Ehl-i sünnet îtikâdini
savunmus, insanlarin dogru yola kavusmasi husûsunda büyük hizmetler
yapmistir. Hicaz'da hadîs ögrenmede, dînî suâlleri sormada ve fetvâ
husûsunda büyük bir mürâcaat mercii olan Imâm-i Mâlik pekçok âlim
yetistirmistir. Ilim ve fazîlette yüksek derece sâhibi olan Mâlik bin
Enes hazretleri insanlara Islamiyetin emir ve yasaklarini ögretti. Dokuz
yüz âlimle sohbet etti. Yüz bin hadîs-i serîfi yazdi. On yedi
yasindayken ders vermeye basladi. Onun dersinde bulunanlar hocalarinin
derslerinde bulunanlardan daha çoktu. Insanlar, hadîs ve fikih ögrenmek
için onun kapisinda toplanirlardi. Kapici tutmak zorunda kaldi. Önce
talebelerine, sonra halktan herkese izin verir, içeri girerlerdi. Halâya
üç günde bir giderdi. "Halâda çok bulunmaktan hayâ
ediyorum." derdi. Muvattâ kitabini yazinca, kendi ihlâsindan süphe
etti. Kitabi suya koydu. "Eger islanirsa, bu kitap bana lâzim
degildir." dedi. Hiçbir yeri islanmadi. Imâm-i Sâfiî ve Imâm-i
Ahmed bin Hanbel hazretleri, Mâlik bin Enes'in sohbetinde bulunup
ilminden çok istifâde etmislerdir. Bunlarin Imâm-i Mâlik'in
talebesinden olmasi onun seref ve üstünlügüne en büyük vesikadir.
Kendisinden daha birçok kimse ilim ögrenmistir. Muhammed bin Ibrâhim
bin Dînâr, Ebû Hâsim, Abdülazîz bin Ebî Hâzim onun, dinde ictihâd
sâhibi talebelerindendir. Osman bin Hakem, Abdurrahmân bin Hâlid, Muîn
bin Îsâ, Yahyâ bin Yahyâ, Abdullah bin Mesleme-i Kabûnî, Abdullah
bin Vehb gibi nice talebesi de bunlardandir. Mâlik bin Enes hazretlerinin
kendine has koydugu usûle göre çikardigi hükümlere rivâyet yolu veya
Hicâz âlimlerinin yolu adi verildi. Bu yolun imâmi, Imâm-i Mâlik'dir.
Daha sonraki devirlerde onun ortaya koydugu bu yolaMâlikî mezhebi
denildi. Ehl-i sünnet îtikâdindaki müslümanlardan, amellerini yâni
ibâdet ve islerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Mâlikî
denir. Mâlik bin Enes hazretleri, ilim bakimindan ne kadar yüksek ise,
ahlâk, zühd, takvâ ve kerem bakimindan da öyle yüksekti. Imâm-i Mâlik,
ilimde ve dinde çok edebliydi. Din bilgisine hürmet ve tâzimi sasilacak
derecede fazlaydi. Mâlik bin Enes hazretleri ilmiyle amel eden yüksek
bir velîydi. Buyurdu ki: "Ilim ögrenmek isteyen kimsenin vakarli ve
Allahü teâlâdan korkmasi lâzimdir. Ilim, çok rivâyet etmek degildir.
Ilim bir nûrdur. Allahü teâlâ bu nûru sevdigi mümin kullarinin
kalbine koyar." Bir defâsinda da; "Eger elimde imkân olsaydi,
Kur'ân-i kerîmi kisa akliyla, kendi görüsüne göre tefsîr edenin
boynunu vururdum." buyurdu. Insanlara hayirli ve güzel isler
yapmalarini tavsiye ederdi. "Kendisine hayri olmayan kimsenin
baskasina hayri olmaz. Insan kendisi için hayir islemez, kendisine iyilik
yapmazsa, insanlar da ona hayir ve iyilik yapmaz." buyurarak,
Peygamber efendimizin; "Kisinin mâlâyânîyi (faydasiz seyleri)
terk etmesi, müslümanliginin güzelligindendir." hadîs-i serîfini
rivâyet ederdi. Insanlarin her sözünün kendisinin leh ve aleyhinde
oldugunu bildirerek Peygamber efendimizin; "Bir kisi bir söz söyler
de o sözden dolayi Cehennem atesine düsecegi hatirina gelmez. Bir kimse
de bir söz söyler, bu sözden dolayi Allahü teâlânin kendisini
Cennet'e koyacagi aklina gelmez." hadîs-i serîfini rivâyet ederdi.
Müslümanlar arasinda Allahü teâlânin rizâsina uygun sevgi ve
muhabbetin bulunmasinin gerektigini bildirerek; "Müsâfeha ediniz,
aranizdaki kin gider. Birbirinize hediye veriniz ki, sevisirsiniz ve
aranizdaki düsmanlik gider." hadîs-i serîfini naklederdi. Kibirli
ve kendini begenen kimselerden hoslanmazdi. "Bir kimse kendini övmeye
baslarsa, degeri düser." buyururdu. Imâm-i Mâlik hazretlerinin
Peygamber efendimize karsi olan sevgi, saygi ve edebi sinirsizdi. Resûlullah
efendimizin ismi anildigi zaman, rengi degisir, yüzü sararirdi. Bu durum
orada bulunanlara agir gelirdi. Bir gün ona bu husûs söylenince,
buyurdu ki: "Eger siz benim gördügümü görseydiniz, bu hâlimi
hos karsilardiniz. Ben, Muhammed bin Münkedir'i gördüm. O hâfizlarin
efendisi idi. Ona ne zaman bir hadîs-i serîf sorulsa aglamaya baslardi.
Câfer bin Muhammed, güler yüzlü bir zâtti. Yaninda Resûlullah
anildigi zaman yüzü sararirdi. O, Resûlullah'tan bahsettigi zaman
mutlaka abdestli olurdu." Mâlik bin Enes kendisinden nasîhat
isteyen zekî ve anlayisli bir kimseye; "Allahü teâlâdan kork.
Allahü teâlânin sana lutfettigi nûru günâh islemek sûretiyle söndürme."
buyurdu. Bir kimse gelip Mâlik bin Enes'den bâtin (kalp) ilimleriyle
ilgili bilgi sordu. Mâlik bin Enes bu kimsenin suâlini hos karsilamadi
ve ona; "Bâtin ilmi zâhir ilmini ögrendikten sonra ögrenilir. Zâhirî
ilimleri ögrenip onunla amel eden kimseye Allahü teâlâ bâtin ilmini açar.
Bâtin ilmi ancak kalbin açik olup nûrlanmasi ile elde edilir."
buyurup, suâli soran sahsa dönüp; "Sen açik ve zâhir olan
seylere saril. Bilinmeyen yollara girmekten sakin. Bildiklerinle amel et.
Bilmediklerini, anlayamadigin seyleri birak." buyurdu. Mâlik bin
Enes hazretleri devlet adamlarina gerekli nasîhatte bulunur, hatâlarini
söylemekten çekinmezdi. Ancak hiçbir sûretle kimseyi devlete karsi
ayaklanmaya tesvik etmezdi. Fitne ve fesâda aslâ râzi olmazdi. Her türlü
isyândan ve ona tesvikten sakinmasina, fitnelerden uzak kalmasina ragmen
Abbâsî halîfelerinden Ebû Câfer Mensûr zamâninda tâkibâta ugradi.
"Zorla yapilan talak, talak degildir." hadîs-i serîfini rivâyet
etmesi fitne pesinde kosanlar tarafindan yanlis anlasilip halîfeye sikâyet
edildi. Halîfe, bu hadîs-i serîfin halîfeye zorla bîat eden
kimselerin bîatlarinin geçerli sayilmayacagi seklinde anlasilip, isyâna
tesvik sayilabilecegini bildirerek bu hadîs-i serîfi rivâyet etmemesini
istedi. Mâlik bin Enes hazretleri de halîfenin emrine uyup bir kenara çekildi.
Ancak fitne taraftarlari bos durmayip, yeni Medîne Vâlisi Câfer bin Süleymân'a
durumu bildirdiler. Fitnecilerin tesirinde kalan Medîne vâlisi, halîfenin
haberi olmadan Mâlik bin Enes'i hapsettirip kirbaçlatti. Kolu sakatlandi,
omuzu çikti. Mâlik bin Enes hazretleri yaralari iyilestikten sonra ilim
ögretmeye ve hadîs-i serîf rivâyetine devâm etti. Derslerinde fitne
ve fesâdin karsisinda oldugunu her vesîleyle anlatti. Mâlik bin Enes
hazretlerine böyle yapilmasi Medîne halki tarafindan hos karsilanmadi.
Bu durumu haber alan halîfe Ebû Câfer Mensûr, büyük bir âlime
yapilanlarin hatâ oldugunu anladi. Hac için Hicaz'a geldiginde bir elçi
göndererek Imâm-i Mâlik'ten özür diledi ve onunla görüsmek istedi.
Mâlik bin Enes halîfeyle görüsmeyi kabûl etti. Halîfe Ebû Câfer
Mensûr, Mâlik bin Enes'in yanina varinca; "Olan o isi ne emrettim,
ne de haberim var. Sen aralarinda bulundukça Haremeyn halki hayir içindedir.
Sen onlarin ezâsinin emânisin. Allah senin sâyende onlardan baskiyi
kaldirdi. Sen olmasan onlar çabukça fitneye kapilirlar. Iskence yapanin
Medîne'den Irak'a getirilmesini, dar bir yere hapsedilmesini emrettim.
Sana yaptiklarinin cezâsini bulacaktir." dedi. Hosgörü sâhibi Mâlik
bin Enes hazretleri; "Allahü teâlâ müminlerin emîrine sihhat ve
âfiyet versin. Makâmini yüce kilsin. Peygamber efendimize ve size
yakinligi sebebiyle ben onu bagisladim." buyurdu. Halîfe ise;
"Allah sizi de af ve magfiret buyursun." dedi. Bu hâdise, Mâlik
bin Enes hazretlerinin kendisine karsi olan kimselere nasil davrandigini gösteren
bir nümûnedir. Mâlik bin Enes hazretleri halîfelerle, idârecilerle münâsebetini
kesmedi.Onlara vâz ve nasîhatlarda bulunup, hayir tavsiye etti. Âlimleri
de halîfeleri ve idârecileri dogru yolu anlatmalari için tesvik etti.
Onlara buyurdu ki: "Allahü teâlânin, kalbine ilim ve fikih koydugu
her müslümana ve her kisiye, elinde kuvvet olan idârecilerin yanina
gelip onlara hayri tavsiye etmesi, onlari kötülükten sakindirmasi borçtur.
Çünkü onlara bu vazîfenin yapilmasiyla dünyânin yüzü degisir ve
fazîletli bir dünyâ dogar." Talebelerinden biri ona; "Insanlar
senin devlet adamlariyla çok sik görüstügünü söylüyorlar, sana
yakistiramiyorlar." deyince, Mâlik bin Enes hazretleri; "Bunu
bilerek yapiyorum. Çünkü bunu yapmasam lâyik olmayan biriyle görüsür,
isleri danisirlar. Eger onlarla gidip görüsmesem, bu sehirde
Peygamberimizin sünnetlerinden islenip, tutulan kalmaz." buyurdu.
Bir defâsinda Halîfe Mehdî ona; "Bana nasîhat et." dedi. Mâlik
binEnes hazretleri; "Sana Allahü teâlâdan korkmayi tavsiye ederim.
Peygamber efendimizin diyârina ve O'nun komsularina lütufta ve sefkatte
bulunmalisin. Çünkü Resûlullah efendimiz söyle buyurdu: "Medîne
benim hicret yurdumdu, kabrim burada, tekrar dirilmem burada olacaktir.
Medîne halki benim komsularimdir. Benim komsularimin hukûkuna riâyet
etmek ümmetime borçtur. Kim onlari korursa, ben kiyâmet günü ona sefâatçi
olurum." Bu tavsiyeleri dinleyen Halîfe Mehdî, bizzat Medîne
evlerini dolasip ihsanlarda bulundu. Medîne'den çikacagi sirada Mâlik
bin Enes onunla karsilasti. Mehdî; "Dün bana yaptigin o tavsiyeyi
tutacagim, eger sag sâlim kalirsam onlari hiç unutmayacagim." dedi.
Medîne-i münevveredeki Mescid-i Nebîde hadîs-i serîf rivâyet
ediyordu. Bu mecliste halîfe Hârûnü'r-Resîd de vardi. Mâlik bin Enes
hazretleri; "Âlim ilmini umûmdan baskasina tahsis eylese, o ilimden
umûm ve havas (seçilmisler) istifâde edemez." hadîs-i serîfini
rivâyet etti. Hârûnü'r-Resîd insanlar arasinda bu hadîs-i serîfi yüksek
sesle söyledi. Bunun üzerine hadîs-i serîf okumak ve ögrenmek
isteyenler, mescide kostular. Mescid tamâmen doldu. Imâm-i Mâlik
hazretleri; "Allah için tevâzû edeni, Allahü teâlâ yükseltir."
hadîs-i serîfini rivâyet etti. Hârûnü'r-Resîd oturdugu yüksek
yerden indi. Hadîs-i serîf dinleyen talebe ile berâber oturdu, sonra
kitabi okudu. Sonra Hârûnü'r-Resîd Imâm'a bir katir, bir deve, bir
merkeb ve bes yüz altin gönderdi. Imâm altinlari alip, hayvanlari geri
gönderdi. Resûlullah efendimizin toprak altinda bulundugu bir yerde
hayvan üzerinde nasil gezebilirim." buyurdu. Hakîkaten Mâlik bin
Enes hazretlerinin Medîne-i münevverede hayvana bindigi görülmemistir.
Imâm-i Mâlik hazretleri insanlara hadîs-i serîf okuttugu sirada bir
hadîs-i serîfi rivâyet edecegi zaman abdest alir, sarigini ve
elbisesini giyer, sakalini tarar, iki rekat namaz kilar, güzel kokular sürünür,
her hâliyle bedenini süsler, sonra meclisin bas tarafina vakarli bir
sekilde otururdu. Basini önüne egerdi ve hadîs-i serîfi okurdu. Ona böyle
yapmasinin sebebi sorulunca; "Resûlullah'in hadîs-i serîfine saygi
göstermek için böyle yapiyorum. Eger âlimler ilme karsi böyle saygi gösterirlerse,
Allahü teâlâ da insanlar yaninda onlarin derecesini yükseltir ve
devlet adamlarinin kalbinde heybetli ve vakarli kilar. Ey ilim taleb etmek
isteyen kimse! Sen de ilme saygi göster. Kim ilme tevâzû gösterirse,
Allahü teâlâ onu yükseltir. Çünkü kim Allahü teâlâ için tevâzû
ederse, Allahü teâlâ onun derecesini yükseltir." buyurdu. Kabr-i
serîfi, Cennet-ül bakî'dedir. Mâlik bin Enes hazretleri ömrünü ilim
ögrenmek, ögretmek ve insanlara Islâmiyeti anlatmakla geçirdi. 795
(H.179) senesindeMedîne-i münevverede vefât etti. Eserleri: Muvattâ
adindaki hadîs kitâbi çok kiymetlidir. Muvattâ'yi kirk senede meydana
getirmistir. Baslangiçta içinde dört bin hadîs-i serîf varken, sonuna
dogru bine indirmistir. Âlimlerden bâzilari bunu serh etmistir. Bu
serhlerin en meshûru El-Müdevvene adli eserdir. Bu kitap, hadîs-i serîfleri
fikhî konularina göre düzenlenip, yazilan ilk eserdir. Kitapta ayrica
Imâm-i Mâlik'in ictihad ettigi fikhî mevzular da bulunmaktadir. Çesitli
târihlerde basilmistir. Biri, Yahyâ bin el-Leysi'nin rivâyeti, digeri
de Imâm-i A'zam'in talebesi Muhammed Seybânî tarafindan yapilan iki rivâyeti
vardir. Bu eserinden baskaAbdullah bin Abdülhakîm Misrî tarafindan rivâyet
edilen Kitâb-üs-Sünen adli fikha dâir bir eseri, kadere, kazâî hükümlere
dâir ve fetvâlarini bildiren Risâle fil-Fetvâ gibi eserleri vardir.
AVUÇ AVUÇ MISK Ebû Abdullah Mevlâ'l-Leyseyn söyle anlatmistir:
"Rüyâmda, Resûlullah'i gördüm. Mescidde ayakta duruyordu,
insanlar da etrafini sarmisti. Imâm-i Mâlik de önünde duruyordu. Resûlullah'in
(sallallahü aleyhi ve sellem) önünde misk dolu bir kap vardi. O miskten
avuç avuç alip, Imâm-i Mâlik'e veriyordu. O da insanlara dagitiyordu."
Bunu Ebû Abdullah'dan nakleden Matraf; "Bu rüyâyi Imâm-i Mâlik'in
ilimdeki üstünlügüne ve sünnet-i seniyyeye bagliligina yordum."
demistir. Mesnâ bin Saîd el-Kesir söyle demistir: Imâm-i Mâlik'in söyle
buyurdugunu isittim: "Resûlullah'i rüyâda görmedigim hiç bir
gece geçmedi. Her gece rüyâmda gördüm." Zehebî, Imâm-i Mâlik'i
söyle anlatir: "Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir
zihin, çok genis bir ilim, keskin anlayis, sahih rivâyet, diyânet, adâlet,
sünnet-i seniyyeye tâbi, fikihta, fetvâda kâidelerin sihhatinde önde
gelen bir zât idi. Fetvâ vermede aceleciligi sevmez, çok kere
"Bilmiyorum" derdi. Ve; "Ilmin kalkani bilmiyorum demekdir."
buyururdu. Birgün Halife Hârûn Resîd; "Yâ Imâm senin
kitaplarini çogaltip, her yere gönderecegim. Herkesin bunlara uymasini
ve senin mezhebinde olmalarini emir edecegim." dedi. Imâm-i Mâlik;
"Yâ halîfe, hadîs-i serîfte; "Ümmetimin âlimlerinin ihtilâfi
rahmettir" buyruldu. Âlimlerin ihtilâfi, Allahü teâlânin
rahmetidir. Hepsi hidâyet üzeredir. Müslümanlar bu rahmetten mahrum
birakilamaz. buyurdu" Bunun üzerine halîfe bu arzusundan vazgeçti.
HEPINIZ ÇOBANSINIZ Mâlik bin Enes hazretleri halîfelere ve devlet
adamlarina sözlü nasîhatlardan baska, mektup yazarak da nasîhat
ederdi. Halîfelerden birine söyle bir mektup yazmisti: Bilmis ol ki,
Allahü teâlâ sana benim nasîhatte bulunmami nasîb etti. Bu
tavsiyelerimin saâdetine vesîle olacagini umarim. Allahü teâlâ
Cennet'e götüren saâdet yollarini açar. Allahü teâlâ bana ve sana
merhametini ihsân buyursun. Sana yazdiklarim, Allah'in emirlerini yerine
getirmekle ve Allah'in inâyetiyle felâha, kurtulusa sebeb olur. Allah,
sizi tebeaniz için korusun. Zîrâ onlarin küçügünden büyügünden
sen sorumlusun. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Hepiniz
birer çobansiniz." buyurdu. Bir hadîs-i serîfte de; "Kiyâmette
vâli getirilir. Elleri boynuna baglanmistir. Ancak adâleti sâyesinde
eli çözülür. Serbest birakilir." buyurdu. Hazret-i Ömer söyle
derdi: "Vallahi eger Firat-Dicle kiyisinda bir koyunun kuzusu helâk
olursa, Allahü teâlâ onu Ömer'den sorar."Hazret-i Ömer on defâ
hac yapti. Benim bildigime göre bir haccinda ancak on iki dinar harcardi.
Çadira degil, agaç gölgesine konardi. Boynunda süt kirbasi tasirdi.Çarsi
pazar dolasir, insanlarin hallerini sorardi. Yaralandigi zaman Eshâb-i
kirâm geldiler. Onu medh ve senâda bulundular. Onlara; "Bu gibi sözlere
kapilan aldanmistir. Eger dünyâ dolusu altin olsa, mahser gününün
korkularindan kurtulmak için onlarin hepsini fedâ ederim." buyurdu.
Hazret-i Ömer ki her isi dogru ve adâletli, her seyde muvaffak olmustu.
Resûlullah aleyhisselâm onu Cennet'le müjdelemisti. Bununla beraber o
yine korku içinde üzerine aldigi müslümanlarin islerini iyi idâre
etme gayretindeydi. Hal böyle olunca baskalarinin durumu nice olur. Sen,
Allahü teâlâya yaklastiran isler yaparsan, onlar yarin seni kurtarir.
Seni ancak amelinin kurtaracagi o korkunç günden kork. Geçmislerin içinden
iyiler sana örnek olsun. Her isinde Allahü teâlâdan kork ve takvâya
saril. Sana yazdiklarimi bütün zamanlarinda göz önünde tut. Onlara
uymayi, onlara göre hareket etmeyi kendine borç bil. Allahü teâlâdan
tevfik, hidâyet ve hakikati görmeni dilerim." ILMIN AYAGINA GIDILIR
Hârûn Resîd, Imâm-i Mâlik hazretlerinden her gün evine gelip, oglu
Emin ile Me'mun'a ders vermesini istedi. Imâm-i Mâlik hazretleri halîfeye
buyurdu ki: "Yâ halîfe, uygun olani çocuklarinizin bizim eve gelip
gitmesidir. Allahü teâlâ, sizi daha aziz etsin! Ilmi aziz ederseniz
aziz olursunuz; zelil ederseniz zelil olursunuz. Ilim bir kimsenin yanina
gitmez, o ilmin yanina gelir." Bunun üzerine halife Imâm-i Mâlik'ten
özür diledi ve her gün çocuklarini Imâma göndererek ders aldirtti.
EDEBE RIÂYET Abbâsî halîfesi Ebû Câfer Mensûr ile Imâm-i Mâlik
hazretleri Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin mescidinde
bulunuyorlardi. Mensûr yüksek sesle bir seyler söyledi. Bunun üzerine
Mâlik bin Enes hazretleri; "Ey müminlerin emîri! Bu mescidde
sesini yükseltme. ÇünküAllahü teâlâ Hucurât sûresi ikinci âyet-i
kerîmede meâlen; "Ey îmân etmekle sereflenenler! Sesinizi
Nebiyyullah'in sesinden yukari çikarmayiniz. O'na karsi biribirinize
bagirdiginiz gibi seslenmeyiniz. O'na saygisizlik gösterenlerin ibâdetleri
yok olur." buyurarak bir kavmi terbiye eyledi. Vefât ettikten sonra
da Resûlullah'a hürmet hayatlarindaki hürmet gibidir." buyurdu. Imâm-i
Mâlik'in bu nasîhatlerini dinleyen halîfe Ebû Câfer Mensûr sesini
yavaslatti ve; "Ey Imâm! Resûlullah'in huzûrunda duâ ederken
kibleye mi döneyim yoksa Resûlullah'a yönelerek mi duâ edeyim?"
diye sordu. Imâm-i Mâlik hazretleri; "Ey müminlerin emiri! Yüzünü
Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem baska tarafa çevirme. Çünkü
Resûlullah efendimiz, Allahü teâlâ katinda dileklerimiz için vesîlemizdir.
Bundan dolayi da yüzünü Resûlullah'a dönmeli, O'nun sefâatini
dilemelisin. O zaman Allahü teâlâ O'nu sana sefâatçi kilar."
buyurarak; "Onlar nefslerine zulmettikten sonra gelirler, Allahü teâlâdan
af dilerler. Resûlüm de onlar için istigfâr ederse, Allahü teâlâyi
elbette tövbeleri kabûl edici ve merhamet edici olarak bulurlar."
meâlindeki Nisâ sûresi 64. âyet-i kerîmeyi okudu.Kaynak : Evliyalar
Ansiklopedisi |