HANEFI MEZHEBI
Mezhebin kurucusu Imam-i Azam Ebu Hanife'dir. Hicri
(80-150) de Kufe'de dogdu. Varlikli bir aileden gelmistir. Kendisi ilim
tahsili yaninda ticaretle de mesgul olmustur. Ticari hayati, günlük
meseleleri iyi bilmesie, problemleri ve ihtiyaçlari yakindan tanimasina
yardimci olmustur.
Ebu Hanife insanlarin ihtiyaçlarini ve dinin genel
ilke ve amaçlarini dikkate alarak ayet ve hadisleri yeniden
degerlendirmeye tabi tutulmustur. Mezhebin en önemli özelligi, ayet ve
hadislerin hükmü ile aklin yorumu arasinda makul bir denge kurmaya çalismistir.
Kur'anin genel ilkeleri yaninda örf ve adeti, kamu yararini daima göz önünde
bulundurmus, kisi hak ve hürriyetlerinin korunmasini ilke edinmistir.
Dört bine yakin talebesi vardir. Bunlardan kirk
tanesi ictihad yapabilecek seviyeye gelmistir. Imam-i Muhammed ve Imam-i
Yusuf en meshur 2 talebesidir. Mezhep genellikle, Türkiye, Balkanlar, Türkistan,
Hindistan, Pakistan'da yaygindir. Ebu Hanife, ehl-i rey veya ehl-i irak
fikhinin temsilcisidir.
IMAM-I
A'ZAM
Tâbiînden. Islâm âleminde Eshâb-i kirâmdan sonra
yetisen evliyânin ve âlimlerin en büyüklerinden. Ehl-i sünnetin reisi
ve Hanefî mezhebinin kurucusudur. Ismi, Nûmân bin Sâbit bin Zûtâ'dir.
Ebû Hanîfe künyesiyle ve Imâm-i A'zam lakabiyla meshûr olmustur. Kûfe'de
dogdugu için Kûfî nisbesiyle bilinir. 699 (H.80) senesinde Kûfe'de
dogdu, 767 (H.150) senesinde Bagdât'ta vefât etti. KabriBagdât'ta olup,
ziyâret yeridir.
Aslen Iran'in ileri gelenlerinden bir zâtin neslinden
olan Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe'nin dedesi Zûtâ müslüman olup,
hazret-i Ali'ye ikrâmlarda bulundu. Onun sohbetinde bulundu. Babasi Sâbit
de hazret-iAli ile görüsüp sohbetinde bulundu.Hazret-i Ali Sâbit'e ve
onun neslinden gelecek kimselere hayir duâda bulundu.
Asîl, ilim sâhibi, sâlih ve kiymetli bir zâtin
oglu olan Imâm-i A'zam'in çocuklugu dogum yeri olan Kûfe'de geçti. Âilesinden
üstün bir terbiye alarak küçük yasta Kur'ân-i kerîmi ezberledi.
Arab lisaninin sarf, nahiv, siir ve edebiyâtini ögrenmeye basladi. Eshâb-i
kirâmdan Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ebî Evfâ, Vâsile bin Eskâ,
Sehl bin Sâide ve Ebü't-Tufeyl Âmir bin Vâsile'yi (radiyallahü anhüm)
görerek onlarin sohbetlerinde bulundu. Bu zâtlardan hadîs-i serîf
dinledi.
Enes bin Mâlik hazretlerinin sohbetinde bulunmasini söyle
anlatti: "Küçük yaslarda babamla berâber bir âlimin meclisinde
bulundum. Meclisin orta yerinde oturan âlim zât söyle diyordu: "Resûlullah'tan
sallallahü aleyhi ve sellem isittim, buyurdu ki: "Kardesinin basina
gelen bir musîbetten dolayi sevinme! Allahü teâlânin ona âfiyet
verip, seni o musîbete mübtelâ kilmasi mümkündür." Ben;
"Bu zât kimdir?" diye sordum. "Resûlullah'in hizmetiyle
sereflenen Enes bin Mâlik'tir." diye cevap verdiler."
Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe'nin dogup büyüdügü Kûfe
sehri o devrin önemli ilim merkezlerindendi. Kûfe'de pekçok Eshâb-i
kirâm yasadi. Ayrica çesitli dinlere ve sapik inanislara mensûb
insanlar da Kûfe'yi kendilerine merkez seçmislerdi.Îtikâdi bozuk olan
Siî, Mûtezilî ve Hâricîler de Kûfe'de yasiyorlardi. Eshâb-i kirâmla
görüsüp, onlardan Ehl-i sünnetîtikâdini ve din bilgilerini ögrenip
nakleden Tâbiîn'in büyükleri de Kûfe'de bulunuyorlardi. Çocuklugu ve
ilk gençlik yillari böyle bir muhitte geçen Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe
hazretleri, önce babasi gibi ticâretle mesgûl olmaya basladi. Bir
taraftan da sik sik âlimlerin meclislerine giderek onlari dinledi,
ilimlerinden istifâde etmeye çalisti. Ehl-i sünnet îtikâdinin
yayilmasi için gayret eden âlimlerin sapik ve bozuk firka mensuplariyla
olan mücâdele ve münâzaralarini dinledi. Daha henüz ilim tahsîline
baslamadigi halde sapik firka mensuplariyla münâzaralarda bulundu.
Katildigi münâzaralardaki iknâ kâbiliyeti ve üstün basarilari zamâninin
büyük âlimlerinin dikkatini çekti. Bir cevher oldugunu anlayan âlimler,
onu ilim ögrenmeye tesvik ettiler.Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe bir gün
zamanin âlimlerinden Sa' bî'nin yanindan geçiyordu.Sa'bî hazretleri
onu yanina çagirip; "Nereye devâm ediyorsun?" diye sordu. O
da; "Çarsiya, pazara devâm ediyorum." dedi. Sa'bî hazretleri;
"Hayir, maksadim o degil, âlimlerden kimin dersine devâm
ediyorsun?" buyurdu. Imâm-i A'zam; "Hiçbirinin dersinde
devamli bulunmuyorum." dedi. Sa'bî hazretleri sözlerine devâm
ederek; "Ilim ile ugrasmayi ve âlimlerle görüsmeyi sakin ihmâl
etme. Ben senin zekî, akilli ve kâbiliyetli bir genç oldugunu görüyorum."
buyurdu. Sa'bî hazretlerinin sözlerinin tesirinde kalan Imâm-i A'zam,
çarsiyi pazari birakip ilim yoluna yöneldi. Kûfe'deki âlimlerin ders
halkalarina devâm etmeye basladi. Sa'bî'nin ilim meclisine devâm edip
kelâm ilmi (îmân ve îtikâd ilmi) ile münâzara ilmini tahsil etti.
Kisa zamanda bu ilimlerde ilerleyip parmakla gösterilecek bir dereceye
ulasti.
Kelâm ilmini ögrenip yüksek dereceye ulastiktan
sonra Hammâd bin Ebî Süleymân'in ders halkasina katilarak fikih ilmini
tahsîle basladi.
Fikih ilmine nasil basladigini talebesi Ebû Yûsuf ve
diger talebelerinin bir sorusu üzerine söyle anlatmistir: "Bu,
Allahü teâlânin tevfik ve inâyeti iledir. O'na dâimâ hamdolsun. Ben
ilim ögrenmeye basladigim zaman bütün ilimleri göz önüne aldim. Her
birini kisim kisim okudum. Neticesini ve faydalarini düsündüm. Sonra
fikih ilmine baktim. Onda âlimler ve fakihler ile bir arada bulunmak,
onlar gibi ahlâkli olmak var. Ayni zamanda farzlari islemek, dînin
emirlerini yerine getirmek, ibâdet etmek de fikihi bilmekle oluyor. Dünyâ
ve âhiret onunla kâim... Ibâdet etmek isteyen onsuz yapamaz. Fikih,
ilimle ameldir." Imâm-i A'zam, fikih ilmini Hammâd bin Ebî Süleymân'dan
ögrendi. Onun derslerini tâkib ederken huzûrunda gâyet edepli oturur,
söyledigi her seyi ezberlerdi. Hocasi talebelerini müzâkere yoluyla
yoklama yapinca, onun dersleri ezberledigini görürdü ve benim yanimda
ders halkasinin basina Nu'mân'dan baska kimse oturmayacak buyururdu.
Imâm-i A'zam, kelâm, münâzara ve diger ilimleri ögrenip
fikih ilmini tahsile basladiktan sonra, îtikâdî meselelerde insanlari
dogru yoldan ayiran sapik firkalarla mücâdele etti. Hattâ, bu maksatla
Hint, Iran ve Arap yarimadasinin ticâret yollarinin birlestigi Basra'ya
da defâlarca gidip, dehrî denilen inkârcilarla, Sîa, Kaderiye ve diger
bozuk firkalara mensup kimselerle uzun münâzaralar yaparak Ehl-i sünnet
îtikâdini yaydi.
Imâm-i A'zam'in Hammâd bin Ebî Süleymân'dan ilim
tahsîl ettigi siralardaydi. O zamanki Bizans'in hâkim oldugu Anadolu
tarafindan bir dehrî yâni dünyânin kadîm oldugunu ve bu dünyânin
bir yaraticisi olmadigini iddiâ eden bir kimse, Islâm diyârina geldi.
Anlattigi birçok aklî delillerle dünyânin bir yaraticisi olmadigini söyleyip
Allahü teâlânin varligini inkâr etti. Islâmiyeti tam olarak bilmeyen
bâzi müslümanlar onun hîlelerine aldanip Islâmiyetten ayrilmaya
basladi. Dehrî, Islâm âlimleriyle münâzara etmek istedigini
bildirerek meydan okudu. Imâm-i A'zam hazretlerinin hocasi, dehrî ile münâzara
edip onun bozuk fikirlerini çürütmek için karar verdi. Ancak eger
yenilirsem Islâm dînine büyük zarar hâsil olup fesâdi bütün dünyâya
yayilacak diye de endise ediyordu. Hammâd bin Ebî Süleymân bu düsüncelerle
yatagina uzanip uyudugu zaman rüyâsinda bir hinzirin (domuzun) gelip,
bir agacin bütün dallarini yedigini ve o agacin yalniz gövdesinin
kaldigini, o anda agacin içinden bir arslan yavrusunun çikip o hinziri
parça parça ettigini gördü.
Sabah olunca genç talebesi Nûmân bin Sâbit, hocasi
Hammâd'in rahmetullahi aleyh huzûruna girdi. Hammâd bin Ebî Süleymân
müslümanlari îmândan uzaklastirmaya çalisan dehrîden ve gördügü rüyâdan
bahsetti. Nûmân bin Sâbit hocasinin gerek dehrî sebebiyle, gerekse gördügü
rüyâ sebebiyle üzüntülü ve endiseli oldugunu gördü. Hocasina üzüntüsünün
sebebini sordu. Hocasi her seyi anlatti. Genç yasta olan Ebû Hanîfe
hocasina; "Elhamdülillâhi teâlâ. Rüyâda gördügünüz domuz, o
pis ruhlu dehrîdir. Agaç da ilim agacidir. Dallari o dehrînin hile ve
tuzaklarina kapilan müslümanlardir. Agacin gövdesi sizsiniz. O arslan
yavrusu da benim. Allahü teâlânin yardimi ile ben onu yenerim."
dedi.
Hammâd bin Ebî Süleymân ve Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe
münâzara için insanlarin toplandiklari meydana gittiler. Dehrî her
zamanki gibi kürsüye çikip karsisina birisinin çikmasini istedi. Daha
çocuk denecek kadar genç olan Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe onun karsisina
çikti. Dehrî Imâm-i A'zam'i görünce hakâret etmeye basladi. Imâm-i
A'zam; "Hakâreti birak söyleyecegini söyle de görüselim."
dedi. Dehrî, Imâm'in cesâret ve aceleciligini görünce hayret ederek,
ona söyle dedi: "Var olan seyin baslangici ve sonu olmamak mümkün
müdür?" Imâm-i A'zam söyle cevap verdi:
"Sayilari bilir misin?" Dehrî;
"Evet." deyince, Imâm-i A'zam; "Birden önce hangi sayi
vardir?" dedi. Dehrî; "Birden önce bir sey yoktur." dedi.
Bunun üzerine Imâm-i A'zam buyurdu ki: "Mecâzî olan bir yâni bir
sayisi sözünden önce bir sey olmayinca, hakîkî bir olandan önce
nasil bir sey olabilir?" Bu söz üzerine dehrî baska sorular
sormaya basladi. Aralarinda su konusmalar geçti: Dehrî dedi ki:
"Hakîkî bir olanin yüzü hangi taraftadir? Çünkü her sey yönlerden
yâni sag, sol, ön, arka, üst, alt yönlerinden bir yerde bulunur?"
Ebû Hanîfe; "Mumu yakinca, isigi hangi taraftadir?" diye
sordu. Dehrî; "Mumun isigi her tarafta aynidir." dedi. Bunun üzerine
Imâm-i A'zam; "Mecâzî olan bir nûrun, isigin hâli böyle olursa,
dâimî ve ebedî olup, eni boyu olmayan, göklerin ve yerlerin nûru
olanin hâli nasil olur?" buyurdu. Dehrî cevap veremedi.
Dehrî yine dedi ki: "Her var olanin muhakkak bir
yeri vardir. O'nun yeri neresidir?" Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe biraz
süt getirtip; "Bu sütte yag var midir?" buyurdu. Dehrî;
"Evet vardir." dedi. Ebû Hanîfe; "Yag bu sütün
neresindedir?" diye sorunca, dehrî; "Hiçbir yerine mahsûs
degildir?" dedi. Imâm-i A'zamEbû Hanîfe hazretleri; "Yok
olanin bir hâli böyle olursa, göklerin ve yerlerin yaraticisi dâimî
ve ebedî olanin hâli niçin böyle olmasin?" buyurdu. Dehrî yine
cevap veremedi.
Dehrî son olarak; "Simdi O ne is yapmakla mesgûldür?"
diye sordu. Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe hazretleri buyurdu ki: "Sen
bana bütün suâlleri kürsüden sordun. Ben hepsine cevap verdim. Simdi
sen oradan bir kerecik inip benim yerime gel, ben kürsüye çikayim ve
oradan cevap vereyim." dedi. Dehrî kürsüden inip Ebû Hanîfe kürsüye
çikti ve; "Allahü teâlâ senin gibi bir müsebbihi yâni Allahü
teâlâyi diger varliklara benzeten kimseyi kürsüden indirir, benim gibi
bir muvahhid yâni Allahü teâlâyi her bakimdan tek ve bir bilen bir
kimseyi kürsüye yükseltir. Simdi O'nun isi budur." buyurdu ve Rahmân
sûresinin yirmi sekizinci âyet-i kerîmesinin sonunu okudu. Kendi
sordugu sorulara verilen cevaplar karsisinda susan ve âciz kalan dehrî,
Imâm-i A'zam'a kendine soracagi sorularin sorulmasina tahammül
edemeyerek, söyleyecek söz bulamadi.Imâm-i A'zamEbû Hanîfe
hazretleri,Hammâd bin Ebî Süleymân'in derslerine yirmi sekiz yil devâm
edip emsalsiz bir dereceye ulasti, daha ders aldigi siralarda fikihta
taninip meshûr oldu. Bu hususta söyle demistir: "Ben ilim ve fikih
ocaginda yetistim. Ilim erbâbiyla berâber bulundum. Fikihta en degerli
bir hocaya devâm ettim." Hocasi Hammâd'in dersine devâm ettigi
sirada sik sik Hicaz'a gidip Mekke ve Medîne'de çoguTâbiînden olan âlimler
ile görüsür, onlardan hadîs rivâyeti dinler ve fikih müzâkereleri
yapardi. Imâm-i A'zam'in hocalarindan en meshûru, fikih ilminde hocasi
olan Hammâd bin Ebî Süleymân'dir.
Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin Kûfe'de tahsîl
ettigi hocalarindan bâzilari sunlardir:Âmir bin Serâhil es-Sa'bî, Süleymân
bin Mihrân el-A'mes, Ebû Ishak es-Sebîî, Hâkim bin Uteybe, Mansûr
bin Mu'temir et-TeymîKûfe disinda diger ilim merkezlerine de giden Imâm-i
A'zamEbû Hanîfe hazretleri bâzan bir sene süren seyâhatlerinde Mekke
ve Medîne'ye gitti. Bu beldelerin meshûr âlimleriyle görüsüp
onlardan ilim ögrendi. Elli bes defâ hac yapti.Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe
hazretlerinin Kûfe disindaki diger sehirlerde ilim ögrendigi
hocalarindan bâzilari da su zâtlardir:Tâbiîn büyüklerindenAmr bin Dînâr
el-Cümahî, Ebû Zübeyr Muhammed, Ibn-i Sihâb ez-Zührî, hazret-i Ebû
Bekr'in torunu Kâsim bin Muhammed, Medîne'nin meshûr âlimlerinden Hisâm
bin Urve ve Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, Basra'daki en meshûr âlimlerden
Eyyûb bin Keysân es-Sahtiyânî, Katâde bin Diâme, Bekr bin Abdullah Müzenî.AyricaPeygamber
efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem torunlarindan Zeyd bin Ali'den ve
Muhammed Bâkir'dan da ilim ve mârifet ögrenen Imâm-i A'zam'a, Muhammed
Bâkir hazretleri buyurdu ki: "Ceddimin serîatini bozanlar çogaldigi
zaman sen onu canlandiracaksin, sen korkanlarin kurtaricisi, sasiranlarin
siginagi olacaksin. Sasiranlari dogru yola çevireceksin.Allahü teâlâ
yardimcin olacak."Eshâb-i kirâmdan Ibn-i Abbâs'in ilmini Mekke fakîhi
Atâ bin Ebî Rebâh ve Ikrime'den, hazret-i Ömer ve onun oglu
Abdullah'tan nakledilen ilimleri Abdullah bin Ömer'in âzâdlisi Nâfî'den
ögrendi. Böylece, Eshâb-i kirâmdan Ibn-i Mes'ûd ve hazret-i Ali'den
nakledilen ilimleri de bulusup görüstügü Tâbiînden ögrendi. Ilimde
hiç kimseye nasîb olmayan yüksek bir dereceye ulasti.Tasavvuf ilmini de
Silsile-i aliyye denilen evliyânin büyüklerinden olan Câfer-i Sâdik'tan
ögrendi. Onunla sohbet edip feyiz alarak tasavvufta yüksek makâma
ulasti.
Zâhirî ve mânevî ilimlerde zamâninin en büyük
âlimi olanImâm-i A'zam bir gün Halîfe Mansûr'un yanina girdi. Orada
bulunan Îsâ bin Mûsâ, Mansûr'a; "Bugün dünyânin en büyük âlimi
bu zâttir." dedi. Halîfe Mansûr; "Ey Nûmân, bu ilmi kimden
aldin?" diye sorunca; "Hazret-i Ömer'den ilim alanlar vâsitasiyla
hazret-i Ömer'den, hazret-i Ali'den ilim alanlar vâsitasiyla hazret-i
Ali'den, Abdullah bin Mes'ûd'dan ilim alanlar vâsitasiyla da Abdullah
bin Mes'ûd'dan aldim." cevâbini verdi. Bunun üzerine Halîfe Mansûr;
"Sen isini gâyet saglam tutmussun, ilmi asil menbaindan almissin."
dedi. Imâm-i A'zam basta Eshâb-i kirâmin büyüklerinin ilim
silsilesinden olmak üzere, dört bin kisiden ilim ögrenip, bütün
ilimlerde ve üstünlüklerde en yüksek dereceye ulasmistir. Söhreti her
yere yayilip, zamâninda bulunan ve sonra gelen bütün müctehidler, âlimler,
üstün kimseler hattâ hiristiyanlar bile onu hep medhetmis, övmüstür.Imâm-i
A'zam'in hocasiHammâd bin Ebî Süleymân vefât edince, hocasinin
talebeleri, arkadaslari ve halkin ileri gelenleri, onun yerini dolduracak
âlimin, ancak Imâm-i A'zam'in oldugunu görerek, isrârla hocasinin
yerine geçmesini istediler. "Ilmin ölmesini istemem." buyurup,
ilim kürsüsüne oturdu. Hocasi Hammâd bin Ebî Süleymân'in yerine müftî
oldu ve talebe yetistirmege basladi.Imâm-i A'zam, hocasi Hammâd'in
yerine geçince, ilmi, vakari, üstün tevâzuu, takvâsi, tatli sözleri
ve güler yüzüyle herkes tarafindan sevilen ve dînî meselelerde
insanlarin karsilastiklari zorluklara çare bulan tek mürâcaat kaynagi
oldu. Irak, Horasan, Harezm, Türkistan, Tuharistan, Iran, Hind, Yemen ve
Arabistan'in her tarafindan gruplar hâlinde gelen talebeler, fetvâ
isteyenler ve dinleyicilerle etrafi dolup tasiyordu.Imâm-i A'zamin
meclisinde halk tarafindan sorulan suâllerin cevaplandirilmasi ve
talebeler için verilen muntazam dersler olmak üzere iki türlü müzâkere
yapilirdi. Her gün sabah namazini, câmide kilip ögleye kadar sorulan suâlleri
cevaplandirir, fetvâ verirdi. Ögleden önce kaylûle yapip, bir miktâr
uyuyup, ögle namazindan sonra, yatsiya kadar, talebelere ders verirdi.
Yatsidan sonra evine gidip biraz dinlenir, sonra tekrar câmiye gelip
sabaha kadar ibâdet ederdi. Sorulan suâllere cevap vermeden önce,
mesele açik olarak müzâkere edilir, talebeleri suâli cevaplandirmaya
çalisirdi. Meselenin müzâkeresi bittikten sonra, kendisi yeniden ele
alip gerekli düzeltmeleri yapar ve konuyu iyice izah ve tasvir ettikten
sonra cevaplandirirdi. Cevaplari verildikten sonra da fetvâyi bizzat söylemek
sûretiyle ve anlasilir ifâdelerle talebelerine yazdirirdi. Bu yazilar
daha sonra fikih kâideleri hâline gelmistir.Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe'nin
basta gelen talebeleri; Imâm-i Ebû Yûsuf ismiyle meshûr olanYâkûb
binIbrâhim, Muhammed Seybânî, Züfer bin Huzeyl, Hasan bin Ziyâd, oglu
Hammâd, Abdullah bin Mübârek, Veki' bin Cerrâh, Ebû Amr Hafs bin Giyâs,
Yahyâ bin Zekeriyyâ, Dâvûd-i Tâî, Esad bin Amr, Âfiyet bin Yezid
el-Advî, Kâsim bin Ma'an, Ali bin Müshir, Hibban bin Ali gibi yüzlerce
âlimlerdir.
Imâm-i A'zam ticâretle de ugrasirdi. Talebelerinin
ihtiyaçlarini kendi kazancindan karsilardi. Talebelerine son derece
sefkatli davranir, onlarin ilimde iyi yetismeleri için büyük titizlik gösterirdi.
Talebelerini o kadar mükemmel yetistirmisti ki, baskalarinin uzun zamanda
bulduklari hükümleri onlar kisa zamanda bulurdu.Bir defâsinda onun ders
usûlünü ve talebelerini görmek için bir ilim heyeti Kûfe'ye gelmisti.
Aralarinda Tâbiînin büyüklerinin de bulundugu bu heyet, onlarin bu üstünlügünü,
basarisini görerek büyük bir memnuniyetle ayrilmistir. Imâm-i A'zam
talebelerine; "Sizler benim kalbimin sevinci, hüznümün
tesellisisiniz." buyururdu.
Gerek ilim meclisine gerek sohbetlerine uzaktan
yakindan gelen pekçok kimse ondan ilim ve mârifet tahsîl ettiler.
Sohbetleri sirasinda insanlarin müsküllerini cevaplandirdigi gibi gönüllerini
ferahlatan nasîhatlerde bulundu. Bir sohbeti sirasinda, müminleri
sevmekle ilgili olarak buyurdu ki:
Allah bize, insanlarin mümin olanlarini sevmemizi,
onlara karsi saygi beslememizi ve aslâ kirici olmamamizi, kalplerinde ne
sakladiklarini bilemeyecegimizi, hareketlerimizi buna göre ayarlamamizi
emretmistir.
Talebesi Yûsuf bin Hâlid es-Semtî bir vazifeye tâyin
edilip, Basra'ya giderken, Ebû Hanîfe ona su tavsiyelerde bulunmustur:
"Basra'ya vardiginda halk seni karsilayacak, ziyâret ve tebrik
edecek. Herkesin deger ve yerini tani, ileri gelenlere ikrâmda bulun,
ilim sâhiplerine hürmet et, yaslilara saygi, gençlere sevgi göster,
halka yaklas, fâsiklardan uzaklas, iyilerle düsüp kalk, Sultani küçümseme,
hiç bir kimseyi hafife alma. Insanliginda kusur etme, sirrini hiç
kimseye açma, iyice yakinlik peydâ etmedikçe kimsenin arkadasligina güvenme,
cimri ve alçak insanlarla ahbablik kurma, kötü oldugunu bildigin hiç
bir seye ülfet etme!..
Seninle baskalari arasinda bir toplanti akdedilir veya
insanlar mescidde etrafini sarip aranizda bâzi meseleler görüsülürse,
yahut onlar bu meselelerde senin bildiginin aksini iddiâ ederlerse onlara
hemen muhâlefet etme. Sana bir sey sorulursa ona herkesin bildigi sekilde
cevap ver! Sonra bu meselede su veya bu sekilde görüs ve delillerin de
bulundugunu söyle. Senin bu türlü açiklamalarini dinleyen halk, hem
senin, hem de baska türlü düsünenlerin degerini tanimis olur. Sana, bu
görüs kimindir? diye sorarlarsa, fakihlerin bir kisminindir, de. Onlar,
verdigin cevâbi benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin
kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler...Seni ziyârete
gelenlere ilimden bir sey ögret. Bundan faydalansinlar ve herkes ögrettigin
seyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmi seyleri ögret, ince meseleleri
açma. Onlara güven ver, bâzan onlarla sakalas ve ahbablik kur. Zîrâ
dostluk, ilme devami saglar. Bâzan da onlara yemek ikrâm et. Ihtiyaçlarini
temine çalis, deger ve itibarlarini iyi tani, kusurlarini görme. Halka
yumusak muâmele et, müsâmaha göster, hiç bir kimseye karsi bikkinlik
gösterme; onlardan biri gibi davran."
Haram ve süphelilerden siddetle sakinan Imâm-i A'zam
Ebû Hanîfe hazretleri helal lokma husûsunda buyurdu ki:
"Dînin alis-veris kismini bilmeyen, haram
lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerin sevâbini bulamaz. Zahmetleri bosa
gider, azâba yakalanir ve çok pisman olur."
Imâm-i A'zam'in yasadigi devir, Emevîler ve Abbâsîler
zamânina isâbet etmektedir. Ömrünün elli iki yilini Emevîler, on
sekiz yilini da Abbâsîler devrinde geçirdi.Emevî Devletinin son bulup,
Abbâsî Devletinin kurulusuna ve bu arada vukû bulan çesitli hâdiselere
sâhid oldu. Bütün hâdiseler içerisinde Imâm-i A'zam, bir taraftan dîni
ögrendi ve ögretti, diger taraftan da, Ehl-i sünnet îtikâdinda olan
insanlari, îmândan ayirmaya çalisan sapik ve bozuk firkalarda olanlarla
mücâdele etti. Bu firkalarin herbiri ile yaptigi münâzaralarda onlari
kesin delillerle susturuyordu.
Emevîlerin son zamanlarinda Emevî vâlisi, Imâm-i
A'zam'a devlet idâresinde bir vazife vermek istedi ve bu hususta zorladi.
Fakat Imâm-i A'zam bâzi sebeplerden dolayi kabûl edemeyecegini
bildirdi. Bunun üzerine hapsedilerek iskence yapildi. Daha sonra serbest
birakilinca, 747 (H.130) yilinda Mekke'ye gidip orada alti yil kadar kaldi.
Mekke'de de talebelere ders ve fetvâ vererek ilmî mütâlaalar yapti.
Abbâsîlerin bir devlet hâline gelip kuvvetlenmesinden sonra Kûfe'ye döndü.
Buradaki derslerine ömrünün son yillarina kadar devam etti. Otuz yillik
müddet içinde verdigi derslerinde yetisen talebelerinin herbiri, o zaman
çok genislemis olan Islâm dünyâsinin her tarafina yayildilar. Müftîlik,
müderrislik, kâdilik gibi çesitli vazifelerle büyük hizmetler
yaptilar. Böylece Peygamber efendimizin bildirdigi yol olan Ehl-i sünnet
îtikâdini ve fikih ilmini her tarafa yaydilar ve bu hususta kiymetli
kitaplar yazdilar. Insanlara dogru yolu gösterip saâdete kavusturdular.
Bu hizmeti kendilerinden sonraki asirlara da aksettirdiler.
Emevîler devrinde bâzi baski ve iskenceler gören Imâm-i
A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, Abbâsîler devrinin ilk zamanlarinda ilim
ögretmeye ve talebe yetistirmeye devâm etti. Abbâsî Devleti içinde de
karisikliklar ve ayaklanmalar bas gösterdi. Imâm-i A'zam hazretleri bu
karisikliklara ragmen ders verme isini devâm ettirdi. 762 (H.145)
senesinde meydana gelen hâdiselerden sonra Abbâsî halîfesi Ebû Câfer
Mansûr onuKûfe'den Bagdât'a getirtti. "Mansûr hakli olarak halîfedir,
diye herkese bildir." dedi. Buna karsilik temyiz mahkemesi reisligini
verdi. Çok zorladi. Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe hazretleri çok takvâ sâhibi
olup, dünyâ makamlarina kiymet vermediginden kabûl buyurmadi. Mansûr
onu habsettirdi. Her gün otuz degnek vurdurdu. Imâm-i A'zam'in mübârek
ayaklarindan kan akti. Halîfe Mansûr bir ara pisman olup otuz bin akçe
gönderdi ise de kabûl buyurmadi. Tekrar hapsedip her gün on degnek
fazla vurdurdu. On birinci günü halkin hücûmundan korkulup zorla sirt
üstü yatirildi. Agzina zehirli serbet döküldü. 767 (H.150) senesinde
sehîd edildi. Vefât ettigi anda secdeye kapandi. Vefât haberi duyuldugu
her yerde büyük üzüntü ve göz yasiyla karsilandi. Cenâzesini Bagdât
kâdisi Hasan bin Ammâre yikadi. Yikamayi bitirince söyle dedi: "Allahü
teâlâ sana rahmet eylesin!Otuz senedir gündüzleri oruç tuttun. Kirk
sene gece sirtini yataga koyup uyumadin. En fakihimiz sendin! Içimizde en
çok ibâdet edenimiz sendin! En iyi sifatlari kendinde toplayan
sendin!" Cenâzesinin kaldirilacagi sirada Bagdât halki oraya
toplanip o kadar büyük kalabalik olmustu ki, cenâze namazini kilanlar
elli bin kisiden fazla idi. Gelenler çok kalabalik oldugundan cenâze
namazi ikindiye kadar kilindi. Alti defâ cenâze namazi kilindi.
Sonuncusunu oglu Hammâd kildirdi. Bagdât'ta, Hayzeran kabristâninin
dogusunda defnedildi. Insanlar günlerce kabrinin basinda toplanip ona duâ
ettiler. Vefâtina çok üzüldüler. Imâm-i Sâfiî'nin hocasinin hocasi
Ibn-i Cerîhe vefât ettigini duyunca istirca âyetini (Innâ lillah...)
okuyup, "Yâni ilim gitti deseniz ya!" buyurdu. Büyük âlimlerden
Su'be'ye vefât haberi ulasinca, o da; "Ilim isigi söndü, ebediyyen
onun gibisini bulamazlar." dedi. Vefâtindan sonra çok kimseler onu
rüyâsinda görerek ve kabrini ziyâret ederek, sâninin yüceligini dile
getiren seyler anlatmislardir. Imâm-i Sâfiî buyurdu ki: "Ebû Hanîfe
ile teberrük ediyorum. Onun kabrini ziyâret edip faydalara kavusuyorum.
Bir ihtiyâcim olunca iki rekât namaz kilip, Ebû Hanîfe'nin kabrine
gelerek onun yanindaAllahü teâlâya duâ ediyorum ve duâm hemen kabûl
olup isteklerime kavusuyorum."
"Yüz elli senesinde dünyânin zîneti
gider." hadîs-i serîfinin de, Imâm-i A'zam için oldugunu Islâm
âlimleri bildirmistir. Çünkü o târihte Imâm-i A'zam gibi bir büyük
vefât etmemisti. Mezhebi, Islâm âleminin büyük bir kismina yayildi.
Selçuklu Sultani Meliksah'in vezirlerinden Ebû Sa'd-i Harezmî, Imâm-i
A'zam'in kabri üzerine mükemmel bir türbe ve çevresinde bir medrese
yaptirdi. Sonra Osmanli pâdisâhlari bu türbeyi defâlarca tâmir
ettirdi.
Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe hazretleri ulûm-i âliyye
denilen yüksek din ilimlerinde en üstün derecede âlim idi. Kelâm
ilminde ve îtikâd bilgilerinde Ehl-i sünnetin reisidir. Tefsîr ilminde
müfessirlerin basi, üstâdi derecesindeydi. Hadîs ilminde ise büyük
bir muhaddis ve derin ilim sâhibiydi.
Imâm-i Sâfiî hazretleri; "Fikih ilminde mütehassis
olmak isteyen, Ebû Hanîfe'nin kitaplarini okusun." buyururdu.
Abdullah bin Mübârek de; "Fikih ilminde Ebû Hanîfe gibi mütehassis
birini görmedim." buyurdu.
Büyük âlim Mis'ar, Ebû Hanîfe'nin karsisinda diz
çökerek, bilmediklerini sorar ögrenirdi. "Bin âlimden ders aldim.
Fakat, Ebû Hanîfe'yi görmeseydim, Yunan felsefesinin batakligina
kayacaktim." demistir. Ebû Yûsuf buyuruyor ki: "Hadîs ilminde
Ebû Hanîfe gibi derin bilgi sâhibi birini görmedim. Hadîs-i serîfleri
açiklamakta onun gibi bir âlim yoktur." Büyük âlim ve müctehid
Süfyân-i Sevrî buyuruyor ki: "Bizler, Ebû Hanîfe'nin yaninda,
dogan kusu yanindaki serçeler gibiydik, Ebû Hanîfe, âlimlerin önderidir."
Âli bin Âsim diyor ki: "Ebû Hanîfe'nin ilmi,
zamânindaki âlimlerin ilimlerinin toplami ile ölçülse, Ebû Hanîfe'nin
ilmi fazla gelir."
Büyük hadîs âlimi A'mes, Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe'den
birçok mesele sordu. Imâm-i A'zam, suâllerinin herbiri için hadîs-i
serîfler okuyarak cevap verdi. A'mes, Imâm-i A'zam'in hadîs ilmindeki
derin bilgisini görünce, "Ey fikih âlimleri! Sizler mütehassis
tabîb, biz hadîs âlimleri ise, eczâci gibiyiz! Hadîsleri ve bunlari
rivâyet edenleri biz söyleriz. Bizim söylediklerimizin mânâlarini siz
anlarsiniz!" dedi. "Ubeydullah bin Amr, büyük hadîs âlimi
A'mes'in yanindaydi. Birisi gelip, birsey sordu. A'mes bunun cevâbini düsünmege
basladi. O esnâda, Imâm-i A'zam Ebû Hanîfe geldi. A'mes, bu suâli Imâm'a
sorup cevâbini istedi. Imâm-iA'zam hemen genis cevap verdi. A'mes, bu
cevâba hayran olup, yâ Imâm! Bunu hangi hadîsden çikardin dedi. Imâm-i
A'zam, bir hadîs-i serîf okuyup, bundan çikardim. Bunu senden
isitmistim dedi. Imâm-i Buhârî, üç yüz bin hadîs ezberlemisti.
Bunlardan yalniz on iki bin kadarini kitaplarina yazdi. Çünkü;
"Benim söylemedigimi hadîs olarak bildiren, Cehennem'de çok aci
azap görecektir." hadîs-i serîfinin dehsetinden çok korkardi.Imâm-i
A'zam Ebû Hanîfe'nin verâ ve takvâsi daha çok oldugundan, hadîs
nakledebilmesi için çok agir sartlar koymustu. Ancak bu sartlarin
bulundugu hadîs-i serîfi naklederdi."
Imâm-i A'zam, Islâmiyeti; îmân, amel ve ahlâk
esaslari olarak bir bütün hâlinde insanlara yeniden duyurmus, süphesi
ve bozuk bir düsüncesi olanlara cevaplar vermis, müslümanlari çesitli
fitne ve propagandalarla zaafa düsürmek, parçalamak ve böylece Islâm
dînini yikabilmek ümidine kapilanlari hüsrâna ugratmis, önce îtikâdda
birlik ve berâberligi saglamis; ibâdetlerde, günlük islerdeAllahü teâlânin
rizâsina uygun bir hareket tarzinin esaslarini ve seklini tesbit etmistir.
Böylece, ikinci hicrî asrin müceddidi (dînin yeniden yayicisi) ünvanini
almistir.Hadîs-i serîfte; "Îmân Süreyya yildizina çiksa, Fârisogullarindan
biri elbette alip getirir." buyruldu. Islâm âlimleri, bu hadîs-i
serîfin Imâm-i A'zam hakkinda oldugunu bildirmistir. Yine Buhârî ve Müslim'de
bildirilen bir hadîs-i serîfte; "Insanlarin en hayirlisi, benim
asrimda bulunan müslümanlardir (Yâni Eshâb-i kirâmdir). Onlardan
sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir (yâni Tâbiîndir). Onlardan
sonra da onlardan sonra gelenlerdir... (yâni Tebe-i tâbiîndir)"
buyruldu. Imâm-i A'zam da, bu hadîs-i serîfle müjdelenen tâbiînden
ve onlarin da en üstünlerinden biridir. Hayrât-ül-Hisan, Mevdû'ât-ül
Ulûm ve Dürrül-Muhtâr'da yazili hadîs-i serîflerde buyruldu ki:
"Âdem (aleyhisselâm) benimle ögündügü gibi ben de ümmetimden
bir kimse ile ögünürüm. Ismi Nu'mân, künyesi Ebû Hanîfe'dir. O, ümmetimin
isigidir.""Peygamberler benimle ögündükleri gibi ben de Ebû
Hanîfe ile ögünürüm. Onu seven beni sevmis olur. Onu sevmeyen beni
sevmemis olur.""Ümmetimden biri, serîatimi canlandirir.
Bid'atleri öldürür. Adi Nu'mân bin Sâbit'tir.
|