HAYATIN  iÇiNDEN...

 

           YEŞİL ELBİSE

Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.

-Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.

Daha önceki tekliflerimi de reddettiği için:

-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi.

-Biliyorum ama, dedim. Sebebini de merak ediyorum.

-Ne bileyim olmuyor işte, diye cevap verdi. Belki çevrenin de tesiri var. Hem pantolonumun ütüsü bozulup dizleri aşınır diye endişe ediyorum.

Gayr-i ihtiyari gülerek:

-Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terk edilir mi?

-Ciddi söylüyorum, dedi. giyimime ve özellikle yeşile çok düşkün olduğumu bilirsin.

            Gerçekten de öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

                -Peki, dedim. Hayatında hiç camiye gitmedin mi?

                -Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim, diye karşılık verdi. Fakat artık gidebileceğimi  zannetmiyorum.

                Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma beni pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.

                Onunla konuşmamızdan iki ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.

                Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:

                -Hani, dedim. Camiye gelmeyecektin?

                Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu. 

KAN DAVASI

                Yattığım yerden, onları nasıl öldüreceğimi düşünüyordum. Herhalde en iyi yol, onlara görünmeden yaklaşmak ve arkadan vurmak olacaktı. İsteyen bana namert diyebilirdi. Fakat düşmanlarımın da takip ettiği yol, bu değil miydi?

                Açık söylemek gerekirse, bir kan davasıydı bu. Özellikle geceleri peşime düştüklerini biliyor ve geçenlerde öldürdüğüm kardeşlerinin intikamını almak için fırsat kolladıklarını hissediyordum.

                Evet, onlardan bir kaçını öldürmüştüm. Ancak bunu nefsimi müdafaa etmek  için yaptığımı herkes biliyordu. Fakat bu durumu düşmanlarımın anladığını zannetmiyordum. Bu arada vicdanımın da beni rahatsız etmediğini farketmiştim. Çünkü onlara defalarca:

-Gelin, bir anlaşma yapalım, demiştim. Siz bana dokunmayın, ben de size. Boşuna kan dökülmesin.

Fakat teklifimi her seferinde reddetmişler ve yine saldırıya geçmişlerdi. Acaba ufacık yavrularının bile çok iyi silah kullanmalarına mı güveniyorlardı?

Yarabbim, onlarla nasıl başa çıkacaktım?

Aciz olduğumu kabul ediyor ve eğer “toplu halde saldırırlarsa, halimiz ne olur” diye düşünüyordum. O zaman bizi delik deşik etmeleri, ne kadar olacaktı. Allah’dan bunu akıl edemiyorlardı.

O gece yatmadan önce, her zamanki gibi kapı ve pencereleri kapatmayı ihmal etmedim. Yatağımın altını ve yük dolabının arkasını kontrol etmeden de yatağa girmiyordum. Öteki odaların kapıları iyi kapanmadığı için küçük oğlumuzu da odamıza alıyor ve ona:

-Eğer tuvalete kalkarsan, sakın kapıları açık bırakma, diye tenbih ediyordum.

Gece yarısı, hafif bir sesle uyandım. Odamızın kapısı aralanmış ve gıcırdayarak beni uyandırmıştı.

Gözlerimi karanlığa alıştırmaya çalışırken, dışardaki hole ait pencerenin de açık olduğunu farkettim.

İçimden:

- Hava sıcak diye herhalde oğlan açmıştır, diyor, fakat düşmanlarımın buradan girmiş olmasından endişe ediyordum. Kalkıp bakmak için başucumdaki elektrik düğmesine dokunur dokunmaz, onlardan biriyle burun buruna geliverdim. Büyük bir soğukkanlılıkla üzerime doğru geliyor ve sivri uçlu silahını, bir an önce vücuduma saplamak istiyordu.

Ondan önce davranarak:

- Postu kolay kolay deldirmem dostum, dedim ve bütün kuvvetimle vurdum. Müthiş bir vuruştu bu. Kendim de beğenmiştim. Çünkü gık bile diyemeden duvara yapışmış ve kan içinde kalmıştı.

Onu duvardan kazırken:

- Allahım sana şükürler olsun, diyordum. Bu sivrisinekler, bir de akıllı olsalardı ne yapardık?...

BANKO

İmam, vefat eden adamın mezarı başında talkın verirken: 

- Ey filanca oğlu  filanca... diyordu. Biraz sonra sual melekleri gelecek, sana Rabbinin ve Peygamberinin kim olduğunu soracaklar. Onlara de ki...Cemaatte bulunan ve televizyon programlarını kaçırmayan bazı kişiler, bu sözleri “lüzumsuz bir gayret” olarak değerlendiriyordu. Anlaşılan imam efendi, mezara konulanın kim olduğunu bilememişti. Oysa ki ölen adam, son günlerdeki bilgi yarışmalarında arka arkaya rekorlar kıran ve hiç akla gelmedik soruları, ipucu bile istemeden cevaplandıran biriydi. Hatta bir yarışmada, İngiliz pop şarkıcısının giydiği mavi boncuklu gömlekte kaç düğme bulunduğunu bilerek en yüksek puanı toplamıştı. Bu yüzden meleklerin suali, onun için hiç de zor olmayacaktı.

İmam, talkını tamamladı.

Boş tabut, cenaze arabasına yüklendi.

Ve cemaat dağılmak üzereyken nereden çıktığı anlaşılamayan yaşlı bir meczup, mezara kulak verdikten sonra titrek kelimelerle mırıldandı:

- Puan yok, puan yok.

 Devam Etmek İstermisin ?