DİN
Din, ilk insanla birlikte doğal olarak var olmuştur. İnsan var olduğu
sürece de devam edecektir. Çünkü insanın yaratılışında, kendisini
yoktan var edeni bilme, O'na inanma, bağlanma, kulluk yapma duygusu ve ihtiyacı
vardır. Fıtratı bozulmamış bir insanda bu ihtiyaç mutlaka kendisini gösterir
ve tıpkı fiziki varlığın yeme, içme bilmeye, o'na inanmaya ve bağlanmaya
ihtiyaç duyar. İnsan, fıtratındaki bu duyguyla aklını kullanarak, yaratanının
varlığını ve birliğini kavrayabilir. Ancak, yaratıcısının, kendisinin
mutluluğu için ondan neler istediğini, hangi davranışlarından razı olup
hangilerinden hoşlanmayacağını, kısacası o'nun hoşnutluğunu nasıl elde
edeceğini, bunun yanında, sinirli olarak yaratılmış bulunan insan aklının,
mücerred düşünmekle ulaşamayacağı birtakım soyut meseleleri bilemez.
İşte sınırlı olarak yaratılmış bulunan insan aklının, tek başına
çözemeyeceği bu tür meselelerin cevabini ancak hak din verebilir.
Bunun için Allah, insanlar içinden peygamber görevlendirerek onlar aracılığıyla
insanları dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak esasları insanlara
bildirmiştir. İşte Allah’ın Peygamberleri aracılığıyla akıl
sahiplerine gönderdiği, onları kendi irade ve seçimleriyle doğruya ve
mutluluğa ulaştıran bu hayat düzenine din denir.
Dini kuralların koyucusu Yüce Allah'tır. Peygamberler dahil hiç bir
kimsenin din koyma yetkisi yoktur. Peygamberler, dini hükümleri tebliğ
etmekle yükümlüdürler. Tarih boyunca insanların din olarak ortaya koydukları
birtakım ilke ve kurallar hiçbir zaman hak din niteliği taşımaz. Vahye
dayanmayan yani bir peygamber tarafından tebliğ edilmemiş olan bu gibi
sistemler, insanlığı maddi ve manevi bütün yönleriyle kuşatıcı özelliğe
sahip olamaz. Bunun yanında asılları vahye dayanmakla birlikte, temel
ilkeleri korunmamış ve zaman içinde asliyetini yitirip bambaşka şekiller
alarak bozulmuş dinler de vardır.
İSLAM DİNİ HAKKINDA BAZI TEMEL BİLGİLER
Müslümanlar, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturmaktadırlar. İslâmîyet
bugün artık beş kıtaya yayılmış vaziyettedir. İslâm Dininin Dünya
Medeniyetine çok büyük katkıları olmuştur. İslâm'ı çeşitli yönleriyle
tanımak için bu dini çeşitli yönleriyle tanıtan muteber eserlere müracaat
etmek gerekir. Bu küçük broşürde akaçlanan ise, İslâm Dininin
itikat ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili çok özet bilgiler sunarak bir
ön fikir vermektir. İslâm: "İslâm", Arapça bir kelimedir. Kökü "barış"
anlamına gelen "silm (selm)" kelimesine dayanır. Sözlükte
itaat etme, boyun eğme anlamına gelir. Herhangi bir zorlama olmaksızın
gönülden ve içtenlikle Allah’a itaat etmek, O’na teslim olmak, emir
ve yasaklarına kayıtsız şartsız boyun eğmek demektir. İslâm, Yüce Allah’ın son Peygamber Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla
bildirdiği O’nun da insanlara ulaştırdığı şeylerin tümünü
kabul ederek onları yasamak, sözleri ve isleriyle onları kabul ettiğini
göstermek, Allh’a ve Rasulüne itaat etmektir. Müslüman: İslâm Dininin kurallarına uyan, İslâm'ın kurallarını
hayata geçiren kimsedir. İman: Sözlük anlamı doğrulamak tasdik etmek bir şeye tereddütsüz
ve kesin olarak yürekten inanmak anlamına gelen iman, İslâmî bir
deyim olarak Allah’a ve Hz. Muhammad’in Allah tarafından haber verdiği
kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmaktır.
İmanın Esasları: Peygamberimiz Hz.Muhammed; imanın ne demek olduğunu
sorana: İman, Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in Allah’ın
kulu ve elçisi olduğuna, Allah’ın meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kadere (Hayır ve ser her şeyin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla
olduğuna) inanmaktır" şeklinde cevap vermiştir. Peygamberimizin
bu sözü, İslam’daki inanç temellerini göstermektedir. Simdi bunlara
kısaca değinelim. 1. Allah’a İman: Allah’ın varlığını, birliğini, ezeli ve
ebedi olduğunu, yani varlığının bir başlangıcı olmadığını ve
ebediyken sona ermeyeceğini, esinin, benzerinin, ortağının, oğlunun,
kızının olmadığını; varlığı kendinden olup varlığı için bir
başka şeye muhtaç olmadığını, yaratılmış olan şeylerden hiç
birine benzemediğini, dolayısıyla düşündüklerimizden ve hayalimize
gelen şeylerin hepsinden başka olduğunu; her şeyi bildiğini, herşeyi
gördüğünü, her şeyi işittiğini, duyduğunu, her şeye gücünün
yettiğini, her şeyi yaratanın O olduğunu ..Kısacası, her türlü
eksiklikten uzak oldu?unu ve her türlü eksiksizlik özelliğine sahip
olduğunu kabul etmek ve buna yürekten, tereddütsüz bir şekilde
inanmak; ergenlik çağına ulaşmış her akil sahibine farzdır. 2. Meleklere İman: Allah’ın yarattığı şeyler, gözümüzle gördüklerimizden
ibaret değildir. Göremediğimiz ve hakikatlerini bilemediğimiz ruhani
ve nurani varlıklar da vardır. Meleklerde bunlardandır. meleklerin varlığını
peygamberler ve ilahi kitaplar haber vermektedir. Bu sebeple onları inkar
etmek , Peygamberleri inkar etmek gibidir. Melekler yaratılışı, insanlarınkine benzemez. Onlarda yeme, içme,
erkeklik, dişilik gibi özellikler yoktur. Günah islemezler, Allah’ın
kendilerine verdiği görevleri yaparlar. Sayılarını Allah’tan başka
kimse bilmez. 3. Kitaplara İman: Allah, insanlara doğru yolu göstermek, onları dünya
ve ahirette mutlu kılacak ilkeleri bildirmek, akıllarıyla cevaplarını
bulmaları imkansız bazı konularda onları aydınlatmak üzere
Peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerden bazılarına insanlara
tebliğ edilmek üzere yol gösterici kitaplar indirilmiştir. Allah Teâlânın
Kitap göndermesi, sahifeler halinde başlamıştır.İlk sahifeler, ilk
insan ve ilk peygamber Hz. Adem’e gönderilmiştir. Sayıları henüz
son derece sınırlı olan, hayatları ve ilişkileri henüz kompleks hale
gelmemiş o zamanın toplumlarının ihtiyacının görülmesinde bu
sahifeler yeterli olmaktaydı. Peygamberlerin getirdiği esaslarla ve bu esasların Işığında insan
aklinin faaliyetleriyle uygarlık ilerledikçe, insanların hayat ve ilişkileri
daha kompleks hale geldikçe Allah Teâlâ da daha kapsamlı sahifeler ve
kitaplar göndermiştir. İlahi kitaplar son kitap Kur’an-ı Kerim’le
zirveye ulaşmış ve Kur’an-ı Kerim ilahi korumaya alınmıştır. Artık
bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an-ı Kerim kıyamete kadar
insanlığın rehberi olacaktır. Tevrat Hz. Musa’ya, Zebur Hz.
Davut’a, İncil Hz. İsa’ya indirilen büyük kitaplardır. Müslüman, Allah tarafından Peygamberlere indirilen kitapların
hepsine inanır. Ancak bu kitaplardan, Allah’ın indirdiği gibi hiç
bir harfi bile değişmeden günümüze kadar ulasan yegane ilahi kitap,
sadece Kur’an-ı Kerim’dir. Diğerleri ise ya tamamen kaybolmuş veya
insanlar tarafından değiştirilmiş; böylece asli şekillerini kaybetmişlerdir.
Bu yüzden bugün Kur’an-ı Kerim’in dışında elde mevcut bulunan diğer
ilahi kitaplarda yer alan sözlerden hangilerinin Allah’a ait olduğu,
hangilerinin ise insanlar tarafından bu kitaplara sokulduğunu ayırdetmek
mümkün değildir. Zaten Kur’an-ı Kerim indirildikten sonra ilahi kitaplara ihtiyaç
kalmamıştır. Artık onların hükmü sona ermiştir. Çünkü, yukarı
da da belirttiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim, diğer kitaplarında ihtiva
ettiği Allah’ın birliğine Peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine,
ahiret gününe iman; canın, malın, neslin, aklın ve dinin korunması
gibi hak dinin temel esaslarını yeniden ve en mükemmel bir şekilde
ortaya koymuş, daha önceki kitaplarda da yer alan gerçekleri tasdik
etmiş, tahrif edilen hususların doğrusunu açıklamıştır. 4. Peygamberlere İman: Yüce Allah, insanlara kendi içlerinden seçtiği
son derece yetkin insanlar aracılığıyla dinini bildirmiştir. Bu
kimselere "peygamber" denir ki Allah ile kulları arasında bir
elçi demektir. Peygamberlik, Allah’ın insanlardan dilediğine verdiği bir görevdir.
Çalışmakla elde edilmez. İlk Peygamber Hz. Adem son Peygamber Hz.
Muhammed (s.a.v) dır. Bu ikisinin arasında pek çok peygamber gelip geçmiştir.
Sayılarını Allah’tan başka kimse bilmez. Bunlardan bir kısmının
adı Kur’an’da geçmektedir. Her millete kendi diliyle konuşan
peygamberler gönderilmiştir. Peygamberler de insandır. Bu bakımdan yeme, içme,uyuma,
dinlenme,evlenme, hastalanma gibi beşeri hususlarda diğer insanlarla
aralarında bir fark yoktur. Bunlar peygamberler için bir eksiklik değildir.
Ancak hepsinde mutlaka bulunması gereken ortak nitelikler şunlardır. Sıdk
(doğruluk), emanet (güvenilir olma), fetanet (çok zeki ve akilli
olmak), tebliğ (bildirmekle yükümlü bulundukları hükümleri
insanlara anlatmak). Peygamberlerin , peygamberliğini insanlara anlatmak
için Allah kendilerine mucizeler vermiştir. Son peygamber Hz. Muhammed
(s.a.v)’e de böyle pek çok mucize verilmiştir. Fakat O’nun en büyük
ve sürekli mucizesi, hiç şüphesiz ki Kur’an’dır. 5. Ahiret Gününe İman: Allah’tan başka hiç bir varlık kadim ve
ezeli değildir. Hepsi de Allah’ın yaratmasıyla sonradan meydana gelmiştir.
Sonradan yaratılan şeylerin bir de sonu vardır. Çünkü Allah’tan başka
hiç bir şey ebedi ve baki değildir. Dünyanın da sonunun gelip düzeninin
alt üst olmasından yani Kıyametin kopmasından sonra Allah’ın
emriyle bütün canlılar tekrar diriltilecektir. Buna öldükten sonra
tekrar dirilme denir. İnsanlar dünyada yaptıkları şeylerden sorguya
çekilecek, haklı haksiz ayırt edilecek, kimin kimde hakki varsa alınacak,
herkes dünyada yaptığı iyilik ve kötülüğün karşılığını
mutlaka görecektir. İste bütün bunlara inanmak da iman esaslarındandır.
6. Kadere İnanmak: (Hayır ve Şer; her şeyin Allah’ın takdiri ve
yaratmasıyla olduğuna) inanmak. Kader, Allah Teâlânın, ezelden ebede
kadar olacak her şeyi en ince ayrıntılarıyla bilip takdir
etmesidir.Allah kullarına hayrı da şerri de serbestçe seçebileceği
bir irade vermiştir. İnsan iyiliği veya kötülüğü kendi seçer.
Onun seçtiğini de Allah yaratır. Ancak, Allah Teâlâ, kulun kötülüğü
seçmesine razı değildir. Bu yüzden kullar kendi seçimlerine göre karşılık
göreceklerdir. İste, hayır ve şer her şeyin Allah’ın yaratmasıyla
meydana gelmesinin anlamı budur. Buna da inanmak iman esaslarındandır. İbadetler: Namaz: Namaz, müslümanın günlük ibadetidir. İman ettikten sonra müslümanın,
yerine getirmekle yükümlü bulunduğu farzların basında gelir. Namaz,
insani kötülüklerden uzaklaştırır, manen olgunlaşmasını sağlar,
ruhi melekelerini geliştirir, günahlardan arındırarak manevi huzura
kavuşmasını temin eder. Allah’a manen yakınlaşmanın en önemli vasıtalarından
biri olan namaz, Allah’ın rızasını kazandırır. Günde münferit
olarak veya cemaatle beş defa kılınan namaz, insana daima Allah’ı
hatırlatır. Müslüman, şafak vakti kalkar ve ilk önce sabah namazını
kılmak suretiyle Allah’ı anarak güne başlar, gün ortasında öğle
namazıyla yine O’na yönelir, dünya meşgalelerinin kendisini iyice
yorduğu bir vakitte ikindi namazıyla yaratıcısını unutmadığını gösterir,
aksam namazıyla Allah’la olan ahdini yenileyerek gününü bitirir ve
nihayet uykuya yatmadan önce tekrar Allah’ın huzuruna durmak suretiyle
O’nun yardımını dilemeyi unutmaz. Cuma günleri cemaatla kılınan
Cuma namazı ile yılda iki defa dini bayram günlerinde kılınan bayram
namazları, müslümanlara, hep birlikte Allah’ın huzuruna durma imkanı
verir. Böylece müslüman, bir taraftan dünyadaki islerini yürütürken
öbür taraftan yaratıcısıyla irtibatını asla kesmez, O’ndan uzaklaşmaz,
dünya ahiret dengesini sağlamış olur. Abdest: Namaz kılabilmek için abdest almak şarttır. Abdest, yüzü
dirseklerle beraber elleri yıkamak, ıslak elle başı mesh etmek,
topuklarla beraber ayakları yıkamaktır. Aslında manevi bir temizlik
olan abdestin maddi temizlik açısından da büyük faydaları vardır. Gusül: Gusül, ağız ve burnun içi dahil hiç kuru yer kalmamak üzere
tepeden tırnağa vücudun her tarafını yıkamaktır. Cinsel ilişkide
bulunmuş olanların, adet ve lohusalık halleri sona ermiş bulunan hanımların
gusül yapmaları gerekir. Ayrıca en az haftada bir defa her müslümanın
yıkanması dini bir tavsiyedir. İslâm dini, temizliğe büyük bir önem
vermiştir. Peygamberimiz: "Temizlik imanın yarısıdır."
buyurmuştur. Müslümanın her şeyiyle tertemiz olması, dini görevlerindendir.
Bedenin, elbisesinin, oturup kalktığı ve ibadet ettiği yerlerin, yiyip
içtiği şeylerin temiz olması gerekir. Oruç: Niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından aksam güneş
batıncaya kadar yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle
tutulan orucun dinî ahlakî, sosyal ve sıhhî bir çok yararları vardır.
Oruç tutan kimse sabretme, sıkıntılara göğüs germe, açlığa
susuzluğa dayanma ve nefse hakim olma melekesi kazanır. Fakirlik ve
yoksulluğun ne demek olduğunu daha iyi anlar. Bunun sonucu olarak, şefkat,
merhamet, başkalarına yardım etme ve insanlara faydalı olma gibi yüce
duygular kazanır. Elindeki nimetlerin kadrini bilir, israftan sakınmayı
öğrenir. İnsanin manen yükselmesini sağlayan oruç, kişinin iradesini güçlendirir,
başkalarına karşı, sevgi, merhamet ve yardim hislerinin gelişmesini
temin eder. Akil sahibi ve erginlik cağına gelmiş her sağlıklı müslümanın
tutmak zorunda olduğu oruç, bir aydır kamerî aylardan Ramazan ayında
tutulur. Zekat: Zekat, dinen zengin sayılan erginlik cağına gelmiş akıl
sahibi müslümanların, mallarının belli bir miktarını ki genellikle
% 2,5 diğer bir ifade ile kırktabirini seneden seneye fakir müslümanlara
vermesidir. Zekat, sözlükte temizlik ve artma anlamlarına gelir. Çünkü günahlardan
temizlenmeye ve malın bereketlenmesine vesiledir. İslâm, yoksula yardımı kişinin isteğine bırakmayarak zengin olan
herkesin zekat vermesini zorunlu kılmıştır. Çünkü zekat, Allah’ın
zenginlere ihsan ettiği malda, fakirlerin hakkıdır. Zekat, Allah’ın rızasını kazandıran, kişinin anlayışında, malın,
araç olmaktan çıkarak amaç haline gelmesini önleyen, insanda başkalarını
düşünme, merhamet ve iyilik gibi güzel duyguları geliştiren ve
toplumsal barışı sağlayan bir ibadettir. Hac: İslâm’ın esaslarından biri olan Hac, hac günlerinde
Kabe’yi ve etrafındaki bazı kutsal yerleri usûlüne göre ziyaret
ederek buralarda yapılması gerekenleri yerine getirmektir. Gücü yeten
her müslümana ömründe bir defa hac yapmak farzdır. Hac; her yıl, dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farklı, fakat
hedef ve gayeleri ayni milyonlarca müslümanın bir arada, hep birden
ibadet edip Allah’a yönelmelerini, birbirleri ile tanışıp kaynaşmalarını,
müslümanların dertlerini görüşüp ortak çareler üzerinde düşünmelerini
sağlar. Hac ibadeti esnasında günlük giysilerinden soyunup ihrama giren müslümanlar,
zenginlikle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölümü ve
öldükten sonra dirilisi unutmamayı fiilen yasar ve öğrenirler. İhramlı için konulan yasaklar, hiç kimseye, hatta haşerelere bile
zarar vermeme, yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabretme
melekesi kazandırır. Böylece Hac farizasını eda eden kimseler,
Allah’a kulluk vazifelerini ifa etmiş oldukları gibi çevresindekilere
yararlı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış
olur. |
İSLAM'A GİRİŞ
İslâm’a giriş, imanla gerçekleşir. İman, Allah Teâlânın Hz.Muhammed'e
indirdiği, o'nun da insanlara tebliğ ettiği kesin olarak belli olan şeylerin
tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktır. İmanın temelini, iste bu
kabul ve onaylama oluşturur.
Müslüman olmak isteyen kişi bu kabul ve tasdikini "Şehadet ederim
ki, Allah’tan başka tanrı yoktur ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed
O'nun kulu ve elçisidir" mealindeki "Eşhedü en la ilahe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh" cümlesiyle açıklar. Bu cümleye
"Kelime-i Şehadet" denir.
İman, bilerek, isteyerek benimseyerek inanmaktır. Bir kimse kalben
inanmadığı halde diliyle bu cümleyi söylese iman etmiş olmaz. Kelime-i şehadeti
söyleyen kimse, son ilahi kitap Kur'an-ı Kerim'i bütünüyle benimsemiş ve
Allah’ın son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla bildirdiği, Onun da
insanlara tebliğ ettiği her şeyi tamamen kabul etmiş demektir. Bu sebeple
Allah’ın varlığına ve birliğine imanın yanında; meleklerin varlığına
Allah’ın gönderdiği kitapların gerçek olduğuna, peygamberlere, Ahiret gününe
her şeyin Allah’ın takdiriyle meydana geldiğine, kısacası Kur'an-ı
Kerim'in ve peygamberimiz Hz. Muhammed'in kesin ve net olarak bildirdiği şeylerin
hepsine inanmak imanın şartıdır. "Kelime-i Şehadet" bütün
bunları topluca kabul ve tasdik etmeyi ifade eden bir anahtar cümledir. Bu yüzden
Kelime-i Şehadet, İslâm’a giriş sözleşmesi yapmak gibidir. Bu sözleşmeyi
yapan insan, Allah'a büyük bir söz vermiş, O'nun emirlerini tereddütsüz
bir şekilde kabul edip yerine getirmeyi,yasaklarından kaçınmayı benimsemiş
olmaktadır.
Kelime-i Şehadeti söyleyerek yaptığımız sözleşmeye bütün
mahlukat şahit oluyor. Şayet bu sözleşmeyi bozarsak, sözümüzden döndüğümüze
şahit olan veya bu sözleşmeye aykırı hareket ettiğimize tanık olan yeryüzündeki
ve gökyüzündeki her şey Allah’ın huzurunda aleyhimize şahitlik
edecektir.
Ayrıca, bu sözleşme ile müslüman toplumun bir ferdi haline gelmiş
oluyoruz. Müslümanlarla evlenme, zekat alma, verme, müslümanlarla her türlü
dayanışma bu sözleşmenin kapsamına girmektedir.
İman etmek için kimse zorlanamaz. İslâm’a girmek isteyen kendi isteğiyle
girer. İman etmeden önce araştırma yapılabilir, kafada oluşan her türlü
tereddüt ve şüphenin cevabi aranabilir. Ancak iman ettikten sonra iyi bir mümin,
iyi bir müslüman olabilmek için kalpten her türlü tereddüdü söküp atmak
gerekir. Çünkü imanla tereddüt bir arada olmaz. Bu yüzden iman, insanin
kalbinin derinliklerine öylesine kök salmalı ki onu İslâm’a aykırı
davranışlardan alıkoymalı, onun zihniyetinin, ahlakinin ve davranışlarının
İslâm’a göre şekillenmesine imkan vermeli.
Önceden bir başka dine mensupken veya dini bir inancı yokken sonradan
müslüman olan bir kimsenin hayatındaki en önemli dönüm noktası, hiç
şüphesiz İslâm’a girdiği andır. Bu öyle bir an ki geçmişin tüm
günahlarını silmekte ve müslüman olan kişinin hayatında tertemiz,
bembeyaz bir sayfa açmaktadır. Şu halde bu tertemiz sayfanın
kirlenmemesi ve iyi bir başlangıç yapılması, o kimsenin dünya ve
ahiret mutluluğu açısından çok önemlidir. Zerrece tereddüde yer vermeyen temiz bir imanla İslâm’a girdikten
sonra İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenme gayreti içine girmek
gerekir. Çünkü İslâm’ın temel ve vazgeçilmez öğretilerini
bilmeden İslâm’ı tam manasıyla yaşayabilmek pek mümkün olmaz. Gerçek
bir mü'min, İslâm’ı iyi tanımalı, ona bilinçli bir şekilde sarılmalı
ve onu hayata geçirmeye çalışmalıdır. En iyi müslüman Allah'a karşı en yüce saygı gösteren müslümandır.Allah'a
karşı en iyi saygı gösterebilmek İslâmi deyimiyle muttakilerden
olabilmek için nasıl muttaki olunabileceğini bilmek gerekir. Bilgisiz
bir şekilde İslâm’ı hayata geçirmek en azından istendiği şekilde
hayata geçirmek pek mümkün olmaz bu durum, Işık olmadan, gece zifiri
karanlıkta yol almaya benzer. Böyle bir kimse yoldaki işaretleri
farkedemez ve muhtemelen farkında olmadan yoldan çıkabilir veya bir çukura
yuvarlanabilir. İste bu sebeple hiç olmazsa asgari seviyede neyin doğru
neyin yanlış olduğunu ayırtedebilecek; kimin doğru kimin yanlış söylediğini
sezebilecek seviyede de olsa bir İslâmî bilgi elde etmek gayreti içinde
olmak gerekir. Az çok İslâmî bir bilgiye sahip olan insan, İslâm'ın aydınlık
yolunu apaçık görebilir. Küfrün, şirkin, ahlâksızlığın İslâm’a
ters düsen unsurlarını farkedebilir. En azından kendisine rehberlik
yapmaya kalkan insanlardan hangisinin rehberlik yapabileceğini hangisinin
yapamayacağını ayırdedebilir. Çağımızda pek çok müslüman, mealesef, İslâm'ın güzelliklerini
hayatlarına yansıtama mışlardır. Çünkü onlar da İslâm'ı
yeterince öğrenebilmiş değillerdir.Bu yüzden yalnızca bugünkü müslüman
toplulukları taklit ederek İslâm'ı doğru bir şekilde hayata geçirebilmek
pek mümkün olamaz. Kur'an-i Kerim, okumaları, anlamaları, içindekilere göre hareket
etmeleri ve prensipleri ni hayata geçirmeleri için insanlara gönderilmiştir.
Peygamber Efendimiz de İslâm'ın nasıl hayata geçirileceğini bizzat
yasayarak ve anlatarak göstermiştir. Öyleyse bir müslüman, Kur'an-i
Kerim'i ve Peygamber Efendimizin İslâm'ı hayata geçiriş tarzını öğrenmeye
gayret etmelidir ki, tam manasıyla Allah'a teslimiyet içinde olabilsin
ve son peygamberin örnekliğinden yararlanabilsin. İslâm'ı doğru kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenmeye çalışmalıdır.
Bunun için İslâm'ı bilen kimselerin kılavuzluğundan yararlanmak en
kestirme yoldur. İslâm'ı öğrenirken belli bir sıra takibedilmeli ve
kendisini öncelikle ilgilendiren konular dan başlamalı. Bir müslümanı
kişisel olarak ilgilendiren en öncelikli konular ise yerine getirmekle yükümlü
olduğu farzlar ve sakınması gereken haramlardır. Farzların basında
da müslüman olduğu günden itibaren kılmaya başlaması gereken günlük
ibadeti beş vakit namaz gelir. Yeni İslâm’a girmiş bir müslüman,
bu konuda ya pratik olarak diğer Müslümanların kılavuzluğundan
yararlanmalı yada konuyla ilgili hazırlanmış eğitici ve öğretici görüntülü
yayınlardan istifade etmelidir. Böylece bir mümin ilkönce yapabildiği kadarıyla günlük ibadeti
olan namazları kılmaya baslar, bilahare yavaş yavaş eksikliklerini
gidermeye gerekenleri öğrenmeye ve namazı usulüne uygun olarak kılmaya
gayret eder. |
İSLAM'I YAŞAMA
Bir önceki baslıkta, kısaca İslâm'ı öğrenmenin öneminden söz
ettik. İslâm’ı öğrenmenin amacı onu hayata geçirmektir. Çünkü
hayata geçirilmeyen bir bilginin değeri yoktur. Elde edilen bilgiler
hayata geçirilirse bir anlam kazanır. İslâmî bilgileri elde ettiği halde bunları hayata geçirmeyen bir müslümanın
hali, hastalığıyla ilgili reçetedeki ilaçları çok iyi bilen fakat
bu ilaçları alıp kullanmayan kimsenin haline benzer. İmanı bir tohuma benzetirsek; gerek ibadet gerek ahlak ve muamelat
sahasındaki İslâmî esasların hayata geçirilmesi, bu tohumun
filizlenip yeşermesine, yaprak açmasına ve meyve vermesine benzer. İnandığı
halde bu inancını hayata geçirmeyen kimse, aklında güzel şeyler
tasarlayıp bunları uygulamaya koymayan kimse gibidir. İmanı sağlıklı bir şekilde koruyabilmek edebilmek, dünya ve
ahiret mutluluğunu elde etmek ve neticede huzurlu olabilmek için mü’min,
Yüce Allah’la manen bağlantı kurmak ve bu bağlantıyı devam
ettirmek ihtiyacındadır. Çünkü insan, Allah’ı bilmek ve ona ibadet
etmekle tam bir huzura kavuşabilir. Yoksa ruhunda daima bir boşluk daima
bir sıkıntı duyar. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, fiziki
varlığımızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için nasıl
yeme, içme, uyuma gibi bir takım biyolojik ihtiyaçları gidermek
zorundaysak ruhumuzun canlılığını ve diriliğini muhafaza edebilmek
ve rûhi melekelerimizi geliştirebilmek için de ibadete ihtiyacımız
vardır. İman ettikten sonra bu imanın gereklerini yerine getirmemek, bir çelişki
olur. Huzurlu olabilmek için çelişkilerden kurtulmak gerekir. Çünkü
çelişkiler içinde bocalayan bir kimsenin huzurlu olması düşünülemez.
Müslümanlık bir giyim kuşam ve sekil değişikliğinden veya mücerred
bazı sözler söyle mekten ibaret değildir. O bir zihniyettir. İste bu
sebeple mü’min, Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’le kemale
erdirdiği dini gönülden ve içten benimseyerek onu hayata geçirme
gayreti içinde olur. İbadet, müslüman olduğunu söyleyen kimsenin, bu iddiasında sadık
olup olmadığını ortaya koyan en önemli göstergelerden biridir. Çünkü
iman ettikten sonra ibadet ihtiyacı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Bizi yoktan var eden, binbir çeşit nimete garkeden, rahmeti, bilgisi, gücü
her zerreyi kuşatan, sonsuz kudretin varlığını kabul edip de O’na
karsı sonsuz bir hayranlık ve minnet duymamak mümkün müdür? İste
ibadet, kulun bu hayranlığını ve minnetini ifade eden bir vasıtadır.
İbadet, yalnız birtakım şekillere, diş görünüşlere bağlı
hareketlerden ibaret değildir. İbadette esas olan özdür. Huşu olmadan
yapılacak bir ibadetin içi bostur. Samimi bir mü’min, her hareketinin ve davranışının Allah’ın rızasına
uygun olup olma dığını göz önünde bulundurur. Böyle hareket ettiği
takdirde yaptığı her meşru fiil bir ibadet hükmünü almaya baslar. İslâm’a göre, İslâm’a girerken, ibadet ederken, dua yaparken
her hangi bir aracıya ihtiyaç yoktur. Her insan doğrudan doğruya
Allah’a el açıp yakarabilir. İbadet yapabilir. Günahları af yetkisi
de sadece Yüce Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimse günah
affedemez. İlerdeki sahifelerde İslâm’ daki ibadetlerle ilgili kısaca
bilgi verilecektir. İslâm ahlakıyla ahlaklanma da İslâm'ı yasamanın en önemli bölümlerinden
birini oluşturur. Denilebilirki; hiç bir dinde ve hiç bir düşünce
sisteminde İslâm’da güzel ahlaka verilen önem kadar önem verilmemiştir.
Hatta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed "Ben ancak ahlaki faziletleri
tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur. Bu yüzden müslümanın
ahlakini güzelleştirmesi en temel hedeflerden biri olmalıdır. Bu amaçla
mü’min, İslâm'ın kendinden istediği kişisel ve toplumsal görevlerini
öğrenmek ve bunun sonucunda güzel hareketlerle bezenmek, çirkin alışkanlıklardan
kaçınmak zorundadır. |
İSLAM'I TANITMA
Susuzluktan dudakları çatlamış birisinin, pınara ulaşıp kana kana içtikten
sonra kendisi gibi susuzluk çektiğini bildiği diğer insanları da o pınara
ulaştırmak için bir çaba sarf etmemesi düşünülemez. Bunun gibi, gerçekten
İslâm’a yürekten inanmış ve İslâm'ın nasıl berrak bir pınar olduğunu
görmüş olan bir kimsenin, yapabiliyor ve becerebiliyorsa o kaynağa başkalarını
da ulaştırmak için gayret göstermesi dini bir vecibedir.
Gönülden inandığı ve benimsediği, son hak din İslâm'ı herhangi
bir baskı ve zorlamaya başvurmadan diğer insanlara da ulaştırma gayreti içinde
olmak ve bu uğurda karsılaşacağı güçlükleri göğüslemek, ortaya çıkacak
engelleri ortadan kaldırmak için mücadele etmek her müslümanın görevidir.
Bir başka dinden veya düşünce sisteminden İslam’a geçmiş bulunan
kimseler, daha önce mensubu bulundukları dinin yahutta düşünce sistemi nin
saliklerini iyi tanıdıkları için, bu konuda, müslüman toplumlarda yetişip
geleneksel olarak Müslüman olanlardan daha basarili olabilir ve Peygamber
Efendimizin su müjdesine kavuşabilirler: " Senin aracılığınla bir
kimsenin müslüman olması, senin için dünya ve dünyadaki herşeyden daha
hayırlıdır."
İSLAM AHLAKI
İslâm Dini kadar güzel ahlaka önem veren bir başka din veya düşünce
sistemi göstermek mümkün değildir. Öyleki Peygamber Efendimiz "İslâm,
güzel ahlâktır" buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlâka teşvik
eden bir çok güzel sözü vardır. "Mü’minlerin îmanca en kamil olanı, ahlâkI en güzel olanıdır"
"İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın
olanlarınız, ahlaki en güzel olanlarınızdır" hadisleri
bunlardan sadece ikisidir. Kur’an-ı Kerim’de adalet, ahde vefa,
affetme, alçak gönüllülük, ana-babaya itaat, sevgi, kardeşlik, barış,
güvenirlilik, doğruluk, birlik, beraberlik, iyilik, ihsan, iffet, cömertlik,
merhamet, müsamaha, tatlı dilli olma, güler yüzlülük, temiz
kalplilik gibi güzel ahlâki hasletlere teşvik eden ve zulüm,
haksizlik, riya, haset, gıybet, çirkin sözlülük, asık suratlılık,
cimrilik, bencillik, kıskançlık, kibir, kin, kötü zan, israf,
bozgunculuk... gibi kötü hasletlerden nehyeden pek çok âyetin yer
alması, Kur’an’da ahlaka ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir.
Peygamber Efendimizin güzel ahlaka teşvik eden ve kötü hasletlerden
nehyeden hadisleri ise neredeyse bir kitap oluşturacak kadardır. O
sadece bu sözleri söylemekle kalmamış, güzel ahlaki bizzat yasayarak
insanlara örnek olmuş ve öğretmiştir. Bu yüzden O’nun ahlaki, İslâm ahlakinin en güzel tatbikatını oluşturmaktadır.
İste bu sebeple burada peygamberimiz Hz. Muhammed’in güzel ahlakından
az da olsa sözetmek istiyoruz(*). Çünkü O gerçekten en güzel örnektir:
Peygamber Efendimiz güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas
ruhlu idi. Kati yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve
kaba hiçbir söz çıkmazdı. Başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını
yüzüne vurmazdı. Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse
"içinizden bazı kimseler, söyle söyle yapıyorlar..." Şeklinde,
bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç
kimseyi kırmadan yanlışı ve hataları düzeltirdi. Kimsenin sözünü
kesmez, konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözügereğinden
çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz, kimsenin
gizli hallerini araştırmazdı. Allah’a hürmetsizlik olmadıkça, sahsına
yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline
imkan geçince öç almayı düşünmezdi. Son derece iffet ve haya sahibiydi. Bütün insanları eşit tutar,
zengin fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı yapmazdı. Her bakımdan
kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine
getirirdi. Dürüstlükten ayrıldığı, saka bile olsa yalan söylediği
hiç görülmemiştir. Bu yüzden O’na henüz peygamberlik verilmeden önce
"Muhammed’ül-Emin" denilmişti. Nitekim Peygamberliğini
haber verdiği zaman, iman etmeyenler bile O’na "yalancı, yalan söylüyor"
diyememiştir. En yakın akrabalarını safa tepesinde toplayıp onlari İslâm’a
davet için, "Size su dağın arkasında düşman atlılarının
bulunduğunu söylesem, bana inanırmısınız?" dediği zaman:
"Hepimiz inanırız. Çünkü sen yalan söylemezsin" diye cevap
vermişlerdi. Kendisi böyle olduğu gibi, herkesin dürüst olmasını
isterdi. "Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk, iyilik ve
hayra götürür. İyilik ve hayır da, kişiyi Cennete ulaştırır. Kişi
doğru söyleyip doğruluğu aradıkça, Allah katında sıddıklar zümresine
yazılır. Yalan sözden ve yalancılıktan sakınınız; Çünkü yalan
insani kötülüğe sevkeder. Kötülük de kişiyi Cehennem’e götürür.
İnsan yalan söylemeğe ve yalan aramağa devam ede ede, Allah katında
nihayet yalancılardan yazılır" buyurmuştur. Rasûlüllah (s.a.v.) insanların en cömerdi ve en kerimiydi. Eline
gecen her şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi. (*) Peygamberimizin ahlakini özetleyen bu kısım. Kısmî tasarruflarla İrfan
YÜCEL’in "Peygamberimizin Hayati" adli eserinden iktibas
edilmiştir. Son derece mütevâzı ve alçak gönüllü idi. Bir topluluğa
geldiğinde, kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, nereyi bos
bulursa, oraya otururdu. Arkadaşları arasında otururken ayaklarını
uzatmazdı. Arkadaşları her işini yapmayı kendileri için şeref ve
cana minnet saydıkları halde, bütün islerini kendi görür, ev
islerinde hanımlarına yardim ederdi. Methedilmesini ve aşırı hürmet
gösterilmesini istemezdi. Fakir kimselerle düşüp kalkmaktan, yoksulların,
dulların, kimsesizlerin islerini görmekten zevk alırdı. Bulduğunu
yer, bulduğunu giyer, hiç bir şeyi beğenmemezlik etmezdi. Yiyecek bir
şey bulamayınca, aç yattığı da olurdu. Bütün islerini tam bir düzen ve nizam içinde yapardı. Namaz ve
ibadet vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler, misafir ve
ziyaretçilerini kabul edeceği hep belliydi. Vaktini boşa geçirmez, her
ânini faydalı bir isle değerlendirirdi. "İnsanların çoğu, iki
nimetin kıymetini takdirde aldanmışlardır: "Sıhhat ve boş
vakit", buyurmuştur. İnsanı en yakından tanıyan, onun iç yüzünü ve bütün gizli
hallerini en iyi bilen, şüphe yok ki eşidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)
ilk vahiyden sonra gördüklerini anlattığı zaman eşi Hz. Hatice: "Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz.
Çünkü sen akrabanı gözetirsin, işini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını
yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın.
Müsafiri ağırlarsın, Hak yolunda herkese yardım edersin..."
diyerek O’nun peygamberliğini hemen kabul etmiş, en küçük tereddüt
göstermemiştir. Çocukluğundan itibaren Medine’de 10 yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes:
"Rasûlüllah (s.a.v)’e 10 yıl hizmet ettim. Bir kere bile canı sıkılıp,
öf, niçin böyle yaptın, neden şunu yapmadın, diye beni azarlamadı"
demiştir. Peygamber Efendimizin bizzat yaşayarak, uygulayarak çizdiği bu ahlaki
tablo, hiç şüphesiz İslâm ahlâki hakkında bir fikir vermektedir. *Kendisi için istediğini başkası için de istemek, kendisi için
arzulamadığını başkaları için de arzulamamak, *Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak, *Küçüklere sevgi büyüklere saygı, *Affetmek, hoşgörülü davranmak, başkalarının kusurlarını araştırmamak,
*Öfkeye hakim olmak, *Sözünde durmak, ahde vefa göstermek, *Doğruluk ve dürüstlükten zerrece taviz vermemek, *Güvenilir olmak, *Kibirden gururdan sakınmak mütevazî olmak, *Cimrilikten, tamahtan uzak durmak,cömert olmak, *Her hususta sabırlı olmak, *Asla adaletten ayrılmamak, *Maddi ve manevi temizliğe riayet etmek, *Allah’ın kendisine verdiği sağlığına ve sıhhatine çok dikkat
etmek, *Boş vakitlerini hayırlı işlerde değerlendirmek, Ve benzeri yüzlerce muazzam ahlâkî prensibe özenle yer veren İslâm
ahlakını her yönüyle tanımak için bu konuyu geniş olarak inceleyen
eserlere müracaat etmek gerekmektedir. |